16 Nisan 2025 Çarşamba

FAŞİZM NEYDİ SAHİ?

 


Dünyanın en aşağılık duygularından birisi...

İçinde yaşadığı toplumun baskın değerlerinden.

İnancından ve kendi atalarından filan utanmaktır...

Bu nefret bazen öyle hale gelir ki...

Aparat bile olursun elin ejnebisine...

Farkına bile varmadan...

Kendi esnafına tüccarına karşı boykotta...

Şurda burda bulursun kendini...

Bazen de...

Kampanyanız için imza vermeyen kişiyi...

Seküler mahallenin ortasında...

Sözlerle taciz ederek.

İfşa etmeye çalışırsın...

Eğitim adına...

Eğitimsizliği överek...

Arka kapıdan dolanmayı...

Ötesi...

Kanun dışılığı yücelterek...

Kökenine...

Söyleyip itiraf edemediği...

İslam ve Anadolu nefretini koyarak...

Azıcık da Atatürk sosu ekleyip...

Üzerine biraz Marx serpiştirip...

Sonra müteahhit çorbasıyla masaya servis ederek...

Yedirirler adama...

Sahi...

Faşizm neydi?

İçi boş elit kimdi?

Elbette cevabı var da...

Devam edelim...

Geçmişe de giderek...

Bu bahsettiğim bir Ortadoğu hastalığıdır...

Esasen Ortadoğu ifadesi bile bu hastalığın parçası olsa da...

Yerine bir şey koyamadığımdan...

Bununla ifade edebiliyorum...

En baskın olarak da bizde ve bizim gibi ülkelerde görülür...

Batıya körü körüne hayranlığın ötesinde...

Ülkesinde yaşayanlara.

Onların milliyetine...

İnancına düşmanlığın zirvesine vardırır işi...

Yabancıların gönüllü köleliğine...

Saray zenciliğine hazır bir tiptir bu...

Onların her sözünü emir kabul edip...

Kendi geçmişini gizlemek için...

Üzerlerine masa örtüsü örtmeye bile hazırdır...

Hala etrafınızda...

En çok ses onlardan çıkar...

Yankı odalarında saklandıklarından...

Çoğunluk olduklarını sanırlar hep...

Bu hastalığın kökleri öyle yaygındır.

Öyle tarihsel örnekleri vardır ki hafızamda...

Mesela...

1999 yılının Ocak ayında...

Cezayir'de...

Bir grup gazeteciyle birlikte Cumhurbaşkanı Demirel'in gezisini takip ediyorduk...

İçimizden birisi...

28 Şubat sürecinin verdiği özgüven...

Ve İslam/Arap nefretinin zirvesinin psikolojisi ile...

Bizi havaalanında karşılayan Cezayirli mihmandarın Fransızca konuşmasından aşırı etkilenerek...

Ona aşık aşık bakmış...

"Ne kadar güzel bak Fransızca konuşuyorlar" bile demişti...

Aşağılık kompleksi.

İçi boş elitizmin zirvesiydi bu...

Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir haber...

Aklıma 1999 yılındaki bu geziyi getirdi.

Habere göre...

Fransa'nın eski sömürgesi Cezayir ile ilişkilerinin bozulması üzerine.

Cezayir eğitimde Fransızca'ya son vermiş...

Sahi...

Yabancı bir ülkede...

Bir ülkenin mihmandarı...

Kendi atasının dili yerine...

Atalarını kesen sömürgecinin dilini konuşuyor diye övülür müydü?

Bizde oluyordu böyle şeyler...

Hala da olur...

Cumhurbaşkanı Demirel'in...

Klasik müzik konserini...

Laikliğin güvencesi olarak algıladığı...

Ya da cuntacıları bu yolla idare ettiği günlerdi...

Bitmedi...

Bir kaç yıl sonra...

Erdoğan iktidarının ilk günlerinde.

Ana akım medyanın önde gelen bir gazetesi...

Başbakan Erdoğan ve bakanlarının başörtülü eşleriyle...

Bazı Arap diktatörlerinin başı açık eşlerinin fotoğraflarını yan yana koymuş...

"Bilin bakalım hangisi Türkiye?" manşetini atabilmişti...

Yozlaşmanın zirvesiydi...

Bin yıl süreceği sanılan...

28 Şubat'ın özgüveni...

Hiç bir şey okumayan...

Slogancı sosyolojinin...

Cahil medyasının elemanlarıydı bunu yapanlar...

Türkiye'de demokratik seçimler yapılırken...

Övülen ülkelerde seçimin s'si bile yasakken...

Sırf başları açık diye....

Halkları inim inim inleyen o diktatörlerin ülkelerine.

Nasıl da yoz bir hayranlıktı bu...

Varil bombalarıyla halkını öldüren "seküler" diktatörleri överken... 

"Bakın biz de saray zencisi olalım"

"Kıyafetimizi ona göre seçelim..."

"Onlar gibi görünelim" diyenlerdi onlar...

Yıllar sonra bizdeki bir belediye başkanının.

Ülkesindeki demokrasi seviyesinden şikayet etmek için.

Seçimlerin yasak olduğu Mısır'daki bir toplantıyı tercih etmesi gibi...

Sahi...

Faşist kimdi?

Devam edelim...

Yine bir yurtdışı gezisi...

Gazeteci arkadaşlardan bazılarının.

Sırf modernite adına...

Göstere göstere domuz eti yedikleri sıradan gezilerden birisi...

Muhafazakar olduklarını bildikleri tek tük gazeteci arkadaşları...

"Siz neden bu kadar tutucusunuz" diye sürekli taciz ederek...

Yedikleri Frankfurterin lezzetini...

İfade edecek kelimeyi bulamadıkları günlerdi...

Sırf İslam'da yasak diye...

Brüksel'de kurutulmuş domuz eti arayıp evine götüreninden...

Ve bununla övünen...

Cahiller sürüsüydü...

Rakı bardağıyla cumhuriyetin laiklik ilkesini.

Kafalarında kurguladıkları "Atatürk" imajını savunmak gibiydi...

Siz onların bu yaptıklarını azıcık eleştirseniz...

Yediklerine, içtiklerine.

İnançlarına, mezheplerine ya da inançsızlıklarına dönük...

Azıcık espri yapsanız...

Sanırım dönemin sözde "sağ" iktidarı bile....

Üstelik medyada bile yaşatmazdı sizi...

Zaten bu tarz bir densizliği o kesimden yapan da çıkmazdı...

O dönemler...

İktidarlar sağ...

Ama o iktidardakilerin yaranmak istediği medya soldu...

Bu arada sakın yanılmayın...

Sol derken.

Evrensel anlamda bir sol değil...

Bize özgü...

Ayrımcı, ayrıcalıkçı...

Halkından nefret eden...

Gettocu...

Okumayan...

"Ayol her yeri de bu bademler sardı"cılar...

Sol sanılıyordu o günlerde...

Sahi...

Neydi bu...

Faşizmin resmi miydi?

Devam edelim...

1996 yılında...

Başbakan Mesut Yılmaz ile Bakü ziyaretinde...

Havaalanında kurban kesilerek karşılama yapılınca...

Başbakanlık için tahsis edilen otobüste...

İslamı ortadan kaldırmanın gerekliliği...

Ve İslamın aslında bir vahşet olduğu...

Dönemin palazlanmış gazetecileri tarafından...

Rahatlıkla dile getiriliyordu...

O gün makbuldü bu insanlar...

Hala da öyleler bakmayın siz...

Sadece biraz utangaçlar...

Bir şekilde tutunuyorlar bu döneme...

Tutunmaları.

Onları birilerinin tuttuğu anlamına da geliyor.

İşin bu kısmı da bir yara ya...

Neyse orayı kaşımayacağım.

Sadece şunu söyleyeyim.

Geçmişin bu hızlı faşist 28 Şubatçılarına.

Bugün de bir yanaşın...

Bir sorun bakalım.

Başörtüsü nefretinden.

Amerikan hayranlığından.

İsrail severlikten....

Neler neler söylerler...

Ha bu arada...

Bu kof hayranlıkları filan...

Derin bilgiye, okumaya da dayanmıyor...

Sadece İslam nefreti...

Erdoğan nefreti...

Kendi milletinden nefret...

Ötesi değil...

Erdoğan Gazze'yi dilinden düşürmüyor diye...

İsrail'i sever.

Onları destekleyen ürünleri tüketirler...

Sözde Atatürk fetişleri de...

Kafalarında oturttukları Atatürk imajı...

Bir parti otobüsünde PKK marşı söylemekten zarar görmüyor...

Ortadoğu'yu sömürenlere hayranlıkla da zarar görmüyor...

Üstelik...

Atatürk fetişi ile...

Gözlerine inen perde...

Yolsuzluk, hırsızlık iddialarını bile karartıyor...

Biz "iddia" derken...

"Darbeci" oluyoruz...

Onlar ortaya saçılan yenilmez yutulmaz iddialara bile...

Aşırı bir özgüvenle "Yalan" diye karşı çıkıp...

İşi darbe iddiasına kadar götürürken...

Her zamanki gibi...

Müesses nizamın.

"Registered" elemanı olup.

Makbul görünüyorlar...

Arkadaşlarıyla börek çay tüketen çakma sarışınların...

"Ay ayol ülkede demokrasi yok... Baksana neler yapıyorlar" diyerek...

Olayın iç yüzünden bir haber...

Cahillikleri ile mutluluk harmanlayıp...

"Nusret ve Audi"ye boykot" gibi...

Dünyanın en saçma eylemiyle keyifleniyorlar...

Sahi...

Hukuk neydi...?

Demokrasi...

Faşizm neydi?

Toplumsal alana başörtüsü sokmamak...

Başı örtülü birisine...

"Kara Fatma" diye hakaret etmek...

Sahi.

Kimin işiydi...

Bizdeki soruşturmalardan kafalarında yarattıkları "cunta başı"nı sorumlu tutup.

Fransız basınına şikayet ederken.

Aynı gün.

Le Pen'in yolsuzluktan siyasi yasak alıp.

Lyon Belediye Başkanı'nın hırsızlıktan tutuklanması...

Normalde onlar için utanç verici değil miydi yeterince?

Sahi neydi bunlar?

Fransız yaparsa, doğrusunu yapar...

Bizde olursa darbedir "miydi?"

Bu kulaklar duydu bunları...

Çok uzattım farkındayım...

Son bir olay anlatayım...

2017 yılıydı sanırım...

İngiltere Başbakanı Türkiye'yi ziyaret etmiş...

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Külliye'de görüşmüş...

BBC muhabirlerinden birisi...

Sırf espri olsun diye...

"Erdoğan'ın sarayı altından, trabzanları klozetleri hepsi altın kaplama" diyerek...

Fotoğraf çekip...

Sosyal medyaya koymuştu...

Bazı hükümet yetkilileri de İngiliz muhabire yine sosyal medyadan cevap vermiş...

"Bunlar da Cumhurbaşkanlığında görevli polisler... Kalpleri altından" diyerek BBC muhabiriyle kafa bulmuşlardı...

O günün akşamında bir grup gazeteci yemek yiyorduk...

Aramızdaki malum sosyoloji mensupları...

BBC muhabiri için dövünüp dururken...

"Zavallı kızı linç edecekler" diye onun adına üzülürken...

Bizimle o yemekteki bir İngiliz arkadaş.

Bu malum sosyolojinin gavur hayranlığını da tam kavrayamadığından.

Anlayamadığı bir konuyu sorma ihtiyacı hissetti...

"Arkadaşlar sahi... Erdoğan'ın sarayındaki her şey altın mı" diye sordu...

İçimizdeki saray zencilerinden birisi ne cevap vereceğini şaşırdı...

"Yok gerçi ama hık mık" derken...

O İngiliz gazeteci arkadaş tekrar sözü aldı...

"O zaman bu bir yalan... Neden bu işin üzerinde tepiniliyor... Sarayda altın filan yalanmış demek ki? BBC'nin saçmalığının üzerinde neden kimse durmuyor" deyiverdi...

Bir suskunluk oldu...

Sonuçta söyleyen İngilizdi...

Yandaş ya da AKP'li olamazdı...

Cahil olmadığı da ortadaydı...

Konu orada kapandı...

Azıcık tebessüm ettim...

Sahi...

Faşist kimdi?

Faşizm neydi?