27 Şubat 2020 Perşembe

28 Şubat cinneti

Açık konuşalım...
Bazıları siyasi duruşunuzu dindarlığınızla ölçer...
Dindar tavırlara alerjisi varsa...
Rakip takımın haksızlıkla yenilmesine sevindiği gibi.
Dindarın darbeyle devrilmesine de sevinir.
Hatta kutsar...
28 Şubat da böyleydi.
Rakipleri dindar diye, cuntanın baskısını...
Darbesini övdüler.
Süslü paketlere sarıp, servis ettiler.
Başbakana küfreden komutandan 'ideolog'...
Bakana omuz atan askerden 'kanaat önderi' çıkardılar.
Klasik müzik konserine kutsiyet atfettikleri gibi.
Darbenin silahsız yapılmasına "modern" anlamlar yüklediler.
Rakı içerek ilerici olunacağını bile sandılar.
Bunlardan gazeteci de vardı, siyasetçi de.
Darbeci suçsuz, onu tahrik eden suçluydu...
Konu "dincilik" olunca...
İnsanları evinde kamerayla basmak da...
Çocuklarını okullarında linç ettirmek de "hak"tı...
Halkın vergileriyle alınan tankları, halka karşı yürütebilir...
Belediye başkanını tehdit edip, korsan heykel dikebilirdin.
Başını örtenlere hakaret edip...
Hak arayanların karşısına "Atatürk" resmiyle çıkabilirdin.
Türkiye bu cinneti yaşadı.
Değiştiler mi?
Hayır...
Sadece, o gün gururla söylediklerini.
Bugün utandıkları için söyleyemiyorlar...

14 Şubat 2020 Cuma

FETÖ'nün Dekontları

       Adam gitmiş bankaya hesap açtırmış. Ne kadar parası varsa da yatırmış. O parasına dokunmadığı gibi, aynı miktarda daha yüksek maliyetli kredi çekmiş!
       Bunun ekonomik izahı yok kuşkusuz.
       Ancak dekontlarda yazılanların izahı var.
       Anlatalım.

GELECEK GARANTİSİ DEKONTLAR!
    Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonu'ndan bazı belgeleri inceledim. Bir yetkiliyle konuştum ve o belgeleri destekledim. Atlattığımız badirenin büyüklüğünü daha iyi anladım.
       FETÖ mensupları, FETÖ elebaşı Gülen'in işaret ettiği tarihlerde Bank Asya'ya, FETÖ medyasına ve yan kuruluşlarına destek olmak için yatırdıkları paraların karşılığını bir gün almayı planlıyorlardı.
       Ellerindeki dekontların da kendilerini kurtaracağını düşünüyorlardı.
       Özgüvenleri o denli yukardaydı ki, başlarına bir iş gelmeyeceğinden o kadar eminlerdi ki...
       Bank Asya'ya yatırdıkları paraların dekontlarına, "Gün bugündür", "Destek zamanı", "Tarafımız belli olsun" gibi saçma sapan, ama onlar için çok önemli mesajları yazabiliyorlardı.
       Hesap şuydu. Darbe sonrası tasfiye ile boşaltılacak kadrolara yerleşirken, o dekontlar başvuru dilekçelerine eklenecekti... Ne de olsa safları belliydi.
       Daha da ileri gidip, Bank Asya'ya para yatırmadan önce arabalarını, evlerini sattıkları ilanlara da aynı şeyi yazacaklardı. "Bank Asya'ya destek zamanı" mesajının ileride önlerini açacağını hesaplıyorlardı.
       Aynı mesajların günün birinde OHAL İnceleme Komisyonu'nun eline geçip, işe iade başvurularının önünü keseceği hiç akıllarına gelmiyordu tabi.

BYLOCK MAĞDURLARI
       Ben şahsen faaliyet kitapçıklarını incelemeyi sevmem. Sıkılırım. OHAL Komisyonu'nunkini ise sürükleyici bir kitap gibi okudum. Meğer FETÖ'nün karanlık odalarında ne dümenler dönüyormuş.            Sadece o da değil.
        Böyle tünelin en karanlığına giren, iftiraya uğrayan, bazen yanlış anlaşılma kurbanı olan kişilerin, en umutsuz anlarında haklılıklarının ortaya çıktığı ve işlerine iade edildikleri örnekler... Bunlar da adalet duygusunu okşuyor kuşkusuz.
       Mesela içlerinden birisinde FETÖ'nün iletişim programı ByLock kullanımı iddiası var... Gerçekten de telefonunda ByLock çıkmış. Ama olayın aslı sonra anlaşılıyor. Dönemin GSM operatörlerinden birisi, birbirini tanımayan 5 ayrı aboneye sadece bir IP vermiş. İçlerinden birisinde ByLock olduğu için sanki beşi de ByLock kullanıcısı gibi görünmüş. Günahsızlardan biri memuriyetten ihraç edilmiş. Ama yanlış hesap da Bağdat'tan dönmüş. Komisyon onları bulup görevlerine iade etmiş.

BYLOCK'ÇU BÜTÜN AİLEYİ YAKMIŞ!
      Yine dönemin GSM şirketlerinden birisi büyük bir aile kampanyası yapmış. Diyelim ki 50 telefon hattını kapsayan, amca, gelin, yenge, kayınbirader hattını ortak kullanan bir grup, aralarındaki konuşmalara para ödemiyorlar. Dışarıya da çok iyi bir tarife ile anlaşıyorlar. Böyle avantajlı paketi alan gruplar olmuş.
       Ama zincirin bir halkasında, söz gelimi damat, gelin, kayın birader, kayın peder, her kimse, içlerinden bir ByLock kullanıcısı çıkmış.
      O kişinin kullanımı bütün grubu zehirlemiş adeta. Zira hepsi tek IP.
      Bu nedenle içlerindeki kamu görevlileri de hiç günahları olmadığı halde ByLock kullanıcısı gibi görülmüş. Memuriyetten ihraç edilmiş. Komisyon onları da tespit edip görevlerine iade etmiş.
      Sadece aile, grup paketleri değil... Mesela öğretmenler paketi. Siz bir öğretmensiniz diyelim. Paket içerisinde tanıdığınız tanımadığınız bir ByLock kullanıcısı var. Telefonunuz o gruptaysa siz de ByLock'çu görünüyorsunuz.
      Neyse ki bu hatalar düzeltilmiş tek tek...
      Hepsi işlerine iade edilmiş.

BAŞVURUCULARIN YÜZDE 81'İNE "RED" YANITI...
      Ben ekstrem örneklerden bahsettim.
      Ama genelde durum farklı...
      OHAL sonrası görevlerinden çıkarılan 125.678 kamu görevlisinden, şimdilik 10.600'ü görevlerine dönebilmiş. Yani FETÖ iltisakı konusundaki ilk tespitlerin yüzde 81'i doğru çıkmış.
      OHAL İnceleme Komisyonu aslında yolun sonuna yaklaşıyor. 126 bin dosyadan 103 binini karara bağlamış. İncelemesi devam eden dosya sayısı 23.400.
      Daha önce de yazmıştım. FETÖ'cü birisinin komisyondan sekmesi çok zor. Çünkü 63 ayrı kriterden teste tabi tutuluyorlar.
       Bunlar arasında güçlü kriterler var.
       Mesela ByLock kullanıcısı olmak, sabit görülürse, başka bir kritere gerek duymadan "Red" gerekçesi.
       Ama nispeten daha "yumuşak" kriterler var. Yumuşak derken, başka destekleyici kanıtlara ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyor.
      Mesela adam tutmuş, FETÖ'nün televizyonlarından STV ve KanalTürk'ün platformdan çıkarıldığı gün, Digitürk üyeliğini iptal ediyor. Gerçekten şüpheli bir davranış...
      Hemen hükme varılmıyor yine de. Bunu bir yere yazıp, o kişinin başka şüpheli bir davranışına bakılıyor.
      Çoğunda da destekleyici başka bir durum ortaya çıkıyor zaten...
      Mesela aynı kişinin Bank Asya'da da şüpheli hareketleri çıkıyor.
      Zaman Gazetesi abonelikleri de.
      Bazısının ByLock, bazısının FETÖ eğitim kurumlarıyla bağlantısı.
      Yine aynı şekilde FETÖ elebaşının talimat verdiği günlerde Bank Asya'ya para yatıran sempatizanlar/örgüt üyeleri var. Bunların iyi irdelenmesi lazım. En başta yazdığım gibi, dekonttan kendini ele verenler var.

MANTIKSIZ MUDİLER!
       Sadece dekont değil. Mantıksız, hayatın olağan akışına aykırı davranan mudiler de var...
       Mesela... Adam emniyet elemanı. ByLock kullanıcısı. Bank Asya hesaplarına bakıyorsunuz, 16 Eylül 2014 tarihinde 25 bin lira tüketici kredisi kullanmış. Aynı gün aynı bankaya 22 bin lira yatırmış.
       Böyle bir davranış biçimi size normal geliyor mu?
       Daha yüksek faizle tüketici kredisi kullanıp, paranın neredeyse tamamını aynı bankaya daha düşük faizle yatırmak...
      İşte bir başka örnek. FETÖ'nün öğretmenlerinden birisi.
      FETÖ elebaşının destek talimatı verdiği günlerde Bank Asya'da mevcut hesabını artırmaya başlıyor.
      20 Ocak 2014'te 10 bin, 9 Eylül'de 18.847 lira para yatırıyor.
      Paralar hesapta durmakta iken 10 Eylül'de 10 bin liralık tüketici kredisi kullanıyor!
      Ne güzel bankacılık di mi!
      Aynı zamanda ne güzel mudi!
      Aynı kişi FETÖ ile iltisaklı Aktif Eğitimciler Sendikası'na, Ocak 2014'te üye oluyor! Üyelik Temmuz 2016'ya kadar sürüyor!
      Sonra da FETÖ ile iltisakı olmadığı gerekçesiyle komisyona başvuruyor.
      Aynı kişi FETÖ'nün medyasına da yardımda bulunuyor. Gidiyor Cihan Haber Ajansı hesabına 3.200 lira para yatırıyor.
      İçinizde hayır için hiç haber ajansına para yatıran var mı?

BAŞVURULARDA AYNI İFADELER!
      Büyük tesadüf eseri başvurusu, binlerce başvuru ile aynı kalemden çıkma, aynı ifadeleri taşıyan matbu bir metin.
      Komisyon yetkilisi diyor ki.
      "Az sayıda gerçek mağdur mutlaka farklı bir metin kaleme alıyor. İki üç satır yazıyor. Afilli cümlelere ihtiyacı yok çünkü. Zaten er geç her şey anlaşılıyor."
      Toparlamak gerekirse...
     Siz siz olun 15 Temmuz'da yaşadıklarımızı küçümsemeyin. Küçümseyenlere izin vermeyin. "Artık böyle şeyler olmaz" rahatlığına kapılmayın. Yaşadığımızın ne denli büyük olduğu, karşımızdaki yapının organizasyonundan daha iyi anlaşılıyor. Bu organizasyon yapısının tam olarak çözüldüğü kanaatinde de değilim. Üstelik kendini bu denli saklama yeteneğine sahip, çift kişilikli insanlar, eminim bambaşka numaralarla bunu devam ettirme gayretindelerdir.
      Allah bunların şerrinden bizi korusun...

9 Şubat 2020 Pazar

Bakü’de kardeşin var

BAKÜ’DE KARDEŞİN VAR
       Klasik laf sevmem. Sadece net bir ifade. Dünyada bizim tek bir kardeşimiz varsa o da Azerbaycan. Hani böyle senden ihtimam bekler ya. Öyle bir kardeş. Tepeden bakılmayı hak etmeyen. Kırılmaktan korkan. Her konuda bizim yolumuzu örnek alan. Şivesinin dalga konusu yapılmasına alınan. Ama senin gurur dolu başarılarını kendi başarısının üstünde kutlayan. Öz kardeş gibi kardeş.
         Girişi uzattık. Ama ben bu tespitleri yapabilecek yetkinlikte görüyorum kendimi. Çünkü Bakü’ye tam 6. gelişim. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile 1996 yılında ilk kez geldiğimde Türk konukseverliğinin Anadolu’dan ibaret olmadığını görmüştüm. Doğumuzda, daha bir kaç yıl önce Sovyet toprakları olarak bildiğimiz yerlerde. Ermenilerin yurtlarından kovduğu kaçkınlar, baraka          sığınaklarında bize bazlama ikram etmişlerdi. 
       O zaman Bakü büyükçe bir köydü. Bugün bir dünya şehri oldu. Ama kendine özgü. Biraz bizden, biraz Ruslardan, biraz batı ama çokça da Asya.
        Eurovision şarkı yarışması için kent baştan aşağı elden geçti 2012’de. Alman mimarisine sahip bir kaç binayı korudular. Gerisini giydirdiler. Taş bina görünümüne getirdiler. Biraz ordan biraz buradan. Ama sonuçta aydınlatma ile güzel bir şehir kazandılar.  
         Şehrin içinden Formula-1 pisti geçiyor. Yarış zamanı kapanıyor. Normal araba trafiğine açık. Dünyada Monaco ve Bakü sadece. Formula pistini yarış olmadığı zaman normal trafiğe açan iki şehirmiş.
        Haziran ayını iple çekiyorlar. Türk milli takımı gelecek. Avrupa şampiyonasındaki iki maçını burada, adeta sahasında oynayacak. Türkiye’den gelecekler olacak kuşkusuz. Ama gerek de yok. Biletler yok satacak gibi.
         Gelelim bugüne.
        Üç günlüğüne geldik bu kez Bakü’ye. Parlamento  seçimlerini takip eden yabancı gazetecilerden birisi   olarak. 
         Bu sefer yeni bir şey öğrendim. Kendilerine “Azeri” denilmesinden nefret ediyorlar. Demeyin. “Azerbaycan Türkü” demeniz gerekiyor. Bunu sorgulamak bile saçmalık.
         İkincisi ise benim de zaman zaman yaptığım bir hata. Şiveleri ile alay edilmesinden hiç hoşlanmıyorlar. Düşünün. Dünyada sanki dilimizle tercümansız anlaşabildiğimiz çok millet var gibi. Birbirini anlayan milletler hep aynı aksanla konuşuyormuş gibi...  Tabi şivelerimizin nüansları ilginç. Ben de duymaktan hoşlanıyorum. Ama tiye alıp üstünlük taslarsanız kardeşinizi kırarsınız.
         Unutmayın. Ruslardan Batılılardan bazı şeyler duyuyorlar. Kulak tıkıyorlar. Ama bizden duymayı beklemiyorlar. Siz anladınız.
          Azerbaycan Türkleri her konuda bizi takip ediyorlar. Bakü’de levhalara bakın. Ankara’daki milli kütüphanenin aynını, aynı isimle görürsünüz. Televizyonlarını izleyin. Ne dediğimi daha iyi anlarsınız. Markalar Türk. Vizyondaki  son Türk filmleri. Bakü’de de gösterimde. Azerbaycan havayolları ile uçtuk. Ankara-Bakü direkt... Türk Hava Yolları’nı örnek almışlar. Çalışanlardan, yemek servislerine. Hepsi bizimki gibi. Hatta kardeş kurumu da var Azal Havayollarının. Bizim Anadolu Jet gibi.
         Hassasiyet dedik de. Hocalı katliamı da demeyin. Soykırım deyin. Üstelik sonuna kadar haklılar bu ısrarda. Okuyun anlarsınız.
         Gelelim yemeklere. Kardeşleri kırmak istemem. Azerbaycan mutfağında tabi kendimize yakın tatlar var ama... Türk mutfağı tartışmasız dünyada tek. Etleri bizim gibi pişirmiyorlar. Daha yağlı. Daha az kuzu, daha çok koyun. Daha kokulu...
        Çorbalar daha ham gibi. Yani daha az işlenmiş. Sanki biraz daha yolu var olmak için. Anladınız siz. Bizimki gibi değil.
        Baklavaları değişik. Çokça ceviz. Daha katı bir hamur. Tadı... Malesef ı ıhhh. Ekmek bizimkine benzer. Yemeklerde, salatalarda sanırım pamuk yağı. Bu eski Sovyet  cumhuriyetlerinin komunizm döneminden mirası. Bana ağır geliyor. Seven sevebilir. 
      Şah pilavı diye bir şey getirdiler. Çok janjanlı servisi var. Dışında kalın hamur tabakası. Böyle çok sıcak. Bıçakla kestikçe etrafa saçılan duman. Ve içinden çıkan pilav. Pilavın içinde de kayısı ve erik. Yenir yenmesine de. Bizim pilav çok daha iyi.
       Son gün Türk lokantasına gittik. Gaziantep mutfağı. Tarık Usta. Valla diyecek bir şey yok. Demek ki yemek sözkonusu olunca kardeş tanımamak lazım :)
        Ha unutmadan. Koronovirüs konusunda sanırım bizden biraz daha tedbirliler. Bakü havalimanında güvenlik görevlileri maskeli. Bir çok çalışan da. Uçakta doldurduğumuz form ile kişisel bilgilerimizi aldılar. Hastaysak ne yapacaklarını bilmek için. Ülkeye girerken de termal kamera ile çekim yapıp vücut ısımızı ölçtüler. 
         Son bir not. Hava felaketti. Sözüm ona Ankara’dan daha sıcak. Ama Hazar denizinin korkunç nemli rüzgarı içinize buz gibi işliyor. Sadece işlemekle kalmıyor. Yürürken yönünüzü değiştiriyor. Arabanızın kapısını eğer rüzgar yönünde açmak zorundaysanız dikkatli olun. Fırtına kapıyı elinizden alıp uçurabilir. Şaka değil. Benim  başıma geliyordu. Daha önce de kopmuş bir kapı olayı yaşamış arkadaşım.
        Ama ilginç bir ayrıntı. Uçaklar bu fırtınaya rağmen kalkıyor ve genelde aksamıyor...