24 Kasım 2024 Pazar

“KAR”A KIŞIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…

 Bir kaç gün önce kızım için alışverişe çıkmış.

Kışlık bir bot almıştık...

Ayakkabı mağazasındaki tezgahtar kız ile küçük çocukların kısa dönemlik giyecek kullanımı konusundaki geleneksel yakınmayı tam geride bırakıyorduk ki...

Kız demesin mi:

"Artık biz de çocuklar gibiyiz. Ben kendime kar botu almıştım. İki yıldır giyemiyorum. Giymeme gerek kalmıyor"

Gerçekten de.

Kızcağızın sözleri bugün için olsa da.

Kafamda öyle eski anılara yelken açtırdı ki...

Mesela düşündüm...

Gardırobumuzda onca kazak var.

En son kış.

İki ya da üç kez giydim mi bilmiyorum...

Oysa çocukken.

İlk gençliğimizde.

Üniversite çağındayken bile...

Resmi kıyafetimiz kot ve kazaktı.

Böyle kalın kalın kazaklar.

Sobalı evlerde.

O sobanın dibindeki cehennem sıcağında bile, örme kalın kalın kazaklarla oturan insanlar olurdu...

Bugünse herhangi bir ortamda böylesini giyseniz.

Sizi tirim tirim eder.

Herkes de sizi hasta zanneder!

Zaten iç mekanlar her mevsim tişörtlük!

Eskiden kar botlarımız.

Kalın gocuklarımız olurdu ya.

Bugün peki...

Bugün Ankara karlı.

Bir gün giydin giydin.

Yarın yok zaten.

Eski ceketleri saymıyorum bile.

Ankara'nın memur mahallelerinde.

Memur ceketleri.

Kalın örme filan gibi şeylerdi.

Böyle aba gibi filan.

Ceketin içine süveter giymeyen yok gibiydi...

Mayısı görmeden de çıkmazdı o ceketler üstten.

Yünleri filan sarkardı.

Bazı insanlar pantolon altına içlik giyerlerdi.

Samanpazarı esnafı olan babamın müşterileri mesela.

Oturduklarında çoraplarına geçirilmiş içlikleri görünürdü.

Dışarısı kar buz olurdu her daim.

Eve gidilemeyip, ortalıkta kalma ihtimali filan da hesaplanırdı her halde.

Evden çıkan.

Savaşa gidermiş gibi tedbir alır.

Kamp kuracak asker gibi giyinirdi.

Bazıları el örmesi köy çorapları giyerdi.

Öyle her ayakkabıyla olmaz.

İki numara büyük ayakkabı lazım.

Bazıları ise çift çorap giyerlerdi.

O biçim yani....

Ev içi hırkalar kalın kalın olur.

Her daim kullanılırdı.

Kadınlar patik giyerlerdi.

Halen giyen var mı bilmiyorum.

Kışın tahin pekmez yenirdi ki, dışardaki bilinmeyen, tahmin edilemeyen ortamda sıcak kalınabilsin!

İşi döndürüp dolaştırıp.

"Nerede o eski kışlar" noktasına getirmeyeceğim elbette.

Ama bir gerçek de var ki...

Sıcak ve soğuktan bağımsız...

Eski kışlar hepimiz iç içeydik...

Şimdi herkes başka yerde.

Sobanın başında toplananlar.

Geniş evlerin kuytu köşelerine dağıldılar.

Her biri başka odaya gittiler.

Bazısı da başka eve...

Kazaklar, içlikler, botlar, kestaneler yok olurken...

Bugünün insanları her mevsimde okyanustaymış gibi bir cennet yarattılar kendilerine.

Yazın da kışın da...

Ekvator gibi sabit sıcaklıkta hayatları oldu hemen herkesin...

Ne kömür karası vardı bu cennette.

Ne soğuk...

Ne de sıcak...

Ama bir şey eksik...

O da insan sesi sanki...

Eskiden ışıklar loş hale getirildiğinde.

Evi ya sobanın ateşi.

Ya da siyah beyaz televizyonun tek düze ışığı aydınlatırken.

Bugün tek bir aydınlatıcı.

Bilgisayarların ve tabletlerin ışığı.

Yanıp sönen lambaları...

Hayatımızın yeni rengi.

Geldiğimiz son nokta.

Bu mu sahi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder