16 Ocak 2020 Perşembe

KAHVALTI FETİŞİZMİ

       Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Bundan 30-40 yıl önce öyle kahvaltı fetişizmi filan yoktu. Öyle serpme kahvaltı, açık büfe kahvaltı gibi şeyler "büyük mutluluk" diye pazarlanmazdı. 
      Eskiye göre ekonomik imkanların artması, insanların hazlarına daha düşkün hale gelmesi, saatler süren, onlarca çeşidi olan kahvaltıları ortaya çıkardı.
       Profesör Mehmet Öz kurnaz adam. Nasıl gündem olacağını biliyor. Tıpkı Canan Karatay gibi. Sinir uçlarına dokunan, tartışma çıkaran bir şey attı ortaya.
      "Kahvaltı gerekli değildir" dedi. Dahası, "Zararlı" demeye getirdi.
       Bu sözlere işin uzmanlarının karşı çıkması ya da desteklemesi neyse de.
       Bize ne oluyor arkadaş!
       Herkeste bir uzmanlık, bir aşırı karşı çıkış, bir cansiperane destek fedailiği.
       Kahvaltı zararlı mı faydalı mı bilmem ama.
       Bildiğim şey kahvaltıyı fetişizm haline getirdiğimiz.
       Hafta sonunda uzun süren, bol çeşitli, aşırı kalorili kahvaltılar çok hoşumuza gidiyor itiraf edelim.
       Hatta mümkünse hafta içinde de.
       O yüzden "kahvaltı zararlı" diyeni idam ediyoruz.
       Yoksa bilimselliğe, tıbba aşırı önem verdiğimizden değil!
       Üstelik alınan fazla kaloriyi de, "AVM'de gezer yakarız", "Öğleni atlar, akşam da az yeriz"  diye dengelemeye çalıştığımızı bilerek.
       Şöyle bir 40 yıl öncesine gittiğimde çocukluğumuzun kahvaltısı gözümün önüne geliyor.
       Hadi yaşı yetenler itiraf etsin.
       Kahvaltı dediğimiz şey çoğu zaman çorbaydı. 
       Annemiz okula gitmeden bize bir kase çorba içirir gönderirdi.
       Bazen de kaynamış bir yumurta.
       Sonradan zeytin, peynir, bal da yavaş yavaş bütün sofraların vazgeçilmezi oldu.
       Yıllar geçti, seksenlerin ortalarında kahvaltılık dediklerimiz, bir iki çeşit peynir, reçel, tereyağı gibi yiyeceklerden oluşurdu.
       Tabi çayla gayet güzel giderdi.
       Ama bugünküne göre çok hafifti.
       Genelde evde yenir biterdi.
       Dışarda kahvaltı yapan öğrenci ve çalışan gibi kesimler de simit, poğaça ile idare ederdi.
       Hamur işleri, fındık ezmeleri, patates kızartmaları, sosisler, hatta hatta somonlar, biber kızartmaları, menemenler, kayganalar, kahvaltı sofrasında henüz yoktular.
        Mesela bugünlerde "serpme köy kahvaltısı" diye pazarlıyorlar ya.
        İçinde 50-60 çeşit yiyecek olan!
        Üstelik köyde!
        Hadi "yalan" demeyelim de düpedüz yanlış...
        Köylerde böyle bir kahvaltı yoktu.
        Konuk olarak köye gittiğimizde bize bazlama, bazen tarhana çorbası ikram ederlerdi.
        Belki çökelek peyniri.
        Sonuç olarak...
        Kimsenin hazzına zevkine karışacak halimiz yok.
        Diyetine de.
        Hatta o devasa açık büfe kahvaltılara ben de bayılıyorum...
        Ama işin doğrusunu bilelim de.
        Hem zevkimizi bilime alet etmeyelim.
        Hem de "yüz yıldır beş yıldızlı kahvaltıyla güne uyanıyor" numarası yapmayalım.
        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder