25 Kasım 2020 Çarşamba

YALAN DÜNYA…

Etiketlerin sonu 99 kuruş…

İndirimli menülerde bit yenikleri…

Telefonun sürekli yavaşlatılıyor…

Aniden uçağa binmen gerekse.

Çuval dolusu para…

Oteller boşken.

Fiyatlara baktın mı?

İşler düzelince kaça çakacaklar biliyor musun?

Pandeminin başında…

50 kuruşluk maskeyi 10 liradan itelemediler mi?

Arabanı acilen satmaya kalksan.

Kimler talip oluyor önce?

Ağlayanın malı neden revaçta?

Ötesi.

Ölü seviciler neden muteber?

En acısı…

Bu tipte evlat yetiştirmenin marifet sayılması.

Farkında mısın?

Hakemi kandıran futbolcuya “profesyonel”

Batı sömürgeciliğine ise.

“Reelpolitik” deniyor…

Kendinden pay biç…

Sana “Doğrucu Davut” denildiğinde.

Yüzün buruşmuyor mu?

Böyle olunca da.

Tanıdık referansı olmadan.

Güvenilir tamirci bile bulamıyorsun…

Bu yalan dünyayı sen kurdun...

Artık kapıların bile çelikten.

Evin site içinden.

Ama uykun hafif…

Acaba neden?

19 Kasım 2020 Perşembe

ESKİ GÜZELDİR

Geçenlerde bir fotoğraf.

Fotoğrafta teyp kasetleri…

Bir kısmı deforme.

Bantları dışarı fırlamış.

Daireli kısmından kalemle sarınca.

Bantlar tekrar eski yerine.

Rayına oturursa.

Kurtarıyorsun.

Tabi o dışarı fırlayan bantlar deforme olur.

O kısmın sesi biraz bozulur.

Bana bu fotoğrafı gönderen arkadaş.

Altına da not düşmüş.

“Hatırlar mısın?”

Hatırlamaktan ötesi…

Neler getirdi aklıma bir bilse…

***

Bizim eve alınan ilk kasetçalar.

Philips markaydı.

1978 filan.

İspanyol malıydı.

Askısı vardı.

Omza takmak için…

Hatta kasetçalar öncesini hatırladım…

Kartuşlar ve kartuş çalar cihazlar…

Babamın esnaflık yaptığı Samanpazarı’nda.

Nakliyecilerin.

Zug marka, Dodge marka kamyonetlerinin.

Dolmuşçuların minibüslerinde.

Arabaların iç tavanına takılmış.

Acayip bir mekanizmaları vardı.

Kartuş dediğin.

VHS kasetten büyük.

Hatta daha kalın.

Sesi kalitesiz.

Ama.

Dönemin popüleri.

Bugüne kalanı var mı?

Vardır bir yerlerde.

***

Kasetler, kartuşlar.

Her şeyin daha fazla çabayla elde edilebildiği.

Yenilen, içilen…

Ve giyilenlerin.

Çok ve çeşitli olmadığı…

Ama.

Bir şarkıya yüklenen anlamın.

Bugünkünden çok derin olduğu.

Dönemin güzelliklerini.

Ve zorluklarını yansıtıyor kuşkusuz.

Oysa bugün.

Yiyecekler bile daha rafine.

Daha az çabayla.

Daha az çiğneyerek tüketiyoruz.

Ama…

Sindirimi bile tembelleştirip.

Yeni hastalıklarla tanışıyoruz.

Bugün…

USB’ye binlerce şarkı yüklerken.

Kasete.

Kartuşa on parçayı yüklemenin.

Büyük iş olduğu günleri.

Unutuyoruz…

***

Geçen gün internette gezinirken.

Bir başka güzellikle karşılaştım.

Casio marka elektronik saat…

Vintage deniyor artık.

Eskiye öykünen yani…

O zaman efsaneydi.

Şimdi…

Eski bir dost…

Artık havalı değil ama.

Sıcacık…

***

Dalınca gidiyorsun…

Bazı evlerde regülatörler olurdu.

Düzensiz elektrik akımını dengelemek.

Televizyonları korumak için…

Videolar yıpranmasın.

Kaset sararken kafaları bozulmasın diye.

Kaset sarma cihazı bile vardı…

Kasetlikler vardı…

Parmağının ucuyla çevirirsin.

O dönerken.

Sen aradığın kaseti bulursun.

Aslında bir yere dizsen daha kolay.

Ama kasetlik işin havası…

Sokaklarda sayılı arabanın olduğu.

Üstlerine çadırların örtüldüğü günlerden bahsediyoruz.

Plastik bidonlara musluk takıldığı.

Susuz günlerden…

Gaz lambasız ev.

Lüks aydınlatıcı olmayan dükkanın bulunmadığı.

Elektrik kesintili günlerden.

Daha neler neler…

Bugün cüzdanda iki kart taşımak zor geliyor.

O günlerde…

Benim bile sayfalı nüfus cüzdanım vardı.

Neden saklamadım ki…

***

Telefonluk diye bir şey vardı evlerde.

Duvara monte edilir.

Altı pirinç.

Üstünde kesilmiş mermer.

Telefonu o mermere koyarsın.

Telefonun üstüne de örtü…

Tuşlu telefon yok.

Çevirmeli...

Pirinç şemsiyelikler olurdu.

Dikiş makinaları evlerin standart donanımındaydı.

Tıpkı kırıntıları toplayan gırgır gibi.

Çocuklarınıza.

Hadi o kadar gitmeyin.

Otuzlu yaşlardaki insanlara sorun.

Gırgırı hatırlayan var mı?

***

Kahve çekirdek halde satılır.

Evlerde kahve değirmenleri olur.

Kolu çevirdikçe.

Kahveyi öğütürdün…

Sobalı evlerde.

Boya zarar görmesin diye.

Duvara amyant yapıştırılırdı.

Ev eşyaları satılan dükkanlarda.

Fare kapanı da vardı.

Sineklik de…

Dönemin çocukları bilir.

Tornet diye bir şey.

Dikdörtgen kalınca bir tahtanın.

İki alt ucuna.

Tahta çubuklar çakılır.

Çubuklara da.

Dört tane bilye takılır.

Çocukların binmesi.

Ve sürmesi için tasarlanmış.

Acayip eğlenceli…

Bilye deyince kimsenin aklına misket gelmesin.

Çelikten tekerleklere bilye denirdi.

Her çocuk bilirdi.

Tornet satılan bir yer yoktu.

Babası becerikli olan.

Marangoz tanıdığı bulunan.

Yapar, yaptırırdı…

Sapanlarımız olurdu.

Mahalle savaşlarının vazgeçilmeziydi…

Say sayabildiğin kadar.

Burnunu sızlatana kadar…

***

Ben eskiye ait her şeyi severim.

Gözümü kapar.

Saatlerce düşünür.

40 yıl öncesini yeniden yaşarım.

Bir yandan hüzünlenir.

Hatırlayanların azalmasına.

İçlenirim…

Bir yandan mutlu da olurum.

Çünkü.

Anılar benim parçam.

Servetim.

Yaşadığım müddetçe.

Hep yanımda olacak.

Ve hiç tükenmeyecek…

2 Kasım 2020 Pazartesi

BURHAN KUZU’NUN ARDINDAN…

2002 yılında…

Meclis’e yepyeni simalar girmiş.

Ekranların deneyimli anayasa hukukçusu.

Ak Parti sıralarından vekil olmuştu.

Ben ise genç bir muhabirdim.

Onun beni tanıdığını sanmıyordum.

Bir gün Meclis kulisinde gezerken.


Burhan hocanın sesini işittim...

“Ercan beni ihmal ediyorsun.”

Selamlaştık, gülüştük.

Ekranı dikkatli takip ediyordu.

O gün numarasını edinip aradım.

Ekranı çok severdi.

Sevdiğini de saklamaz.

Gurur vesilesi yapmazdı…

Beyaz camın önünde olmayı da hep başardı.

Başaramadığı ve içinde ukde kalansa.

Hükümete girip bakan olmaktı.

O isteğini de saklamadı hiç.

Onu konuk ettiğim bir programda.

Yeni kabine açıklanmış.

Adının listede olmadığını hatırlatınca.

“Yarama tuz bastın” demişti…

Rol yapmazdı…

Meclis’te anayasa komisyonu başkanı iken.

Ani esprileriyle.


Yükselen tansiyonu düşürür.

Herkesi gevşetirdi.

Bir keresinde…

Meclis Başkanı’na dönük sert eleştiriler üzerine.

“Beni seçmiyorsunuz ki, size müstehak” demişti.

Kendine özgü bir adamdı.

Yıllar sonra.

Cumhurbaşkanlığında danışman olduğunda.

Hayırlı olsun ziyaretine gitmiştim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yanına geldiğini.

“Odan da güzelmiş” dediğini anlattı.

Onun cevabıysa yine kendi klasiğinde...

“Seninki kadar olmasa da idare ediyoruz” demiş Cumhurbaşkanına…

Karşılıklı kahkahayı patlatmıştık…

Her daim neşeliydi.

2018 yılında…

Kanal D Ankara Temsilcisi olduğumda.

Kutlama ziyaretine gelmişti bana…

Uzunca konuşmuş.

Derinlere dalmıştık...

“Duramam” demişti.

“Durursam düşerim..."

Ona göre siyaset ve hukuk dışında bir hayat.

Durmak demekti...

Burhan hoca hayatının sonuna kadar durmadı.

Hastalığı daha doğru dürüst duyulmadan da.

Bu dünyadan göçüp gitti.

Ekranlar onu ihmal etmese de.

O kendini ihmal etmişti belki…