Geçenlerde bir fotoğraf.
Fotoğrafta teyp
kasetleri…
Bir kısmı
deforme.
Bantları
dışarı fırlamış.
Daireli
kısmından kalemle sarınca.
Bantlar tekrar
eski yerine.
Rayına
oturursa.
Kurtarıyorsun.
Tabi o
dışarı fırlayan bantlar deforme olur.
O kısmın
sesi biraz bozulur.
Bana bu
fotoğrafı gönderen arkadaş.
Altına da
not düşmüş.
“Hatırlar
mısın?”
Hatırlamaktan
ötesi…
Neler
getirdi aklıma bir bilse…
***
Bizim eve
alınan ilk kasetçalar.
Philips
markaydı.
1978 filan.
İspanyol
malıydı.
Askısı
vardı.
Omza takmak
için…
Hatta kasetçalar
öncesini hatırladım…
Kartuşlar ve
kartuş çalar cihazlar…
Babamın
esnaflık yaptığı Samanpazarı’nda.
Nakliyecilerin.
Zug marka,
Dodge marka kamyonetlerinin.
Dolmuşçuların
minibüslerinde.
Arabaların
iç tavanına takılmış.
Acayip bir
mekanizmaları vardı.
Kartuş
dediğin.
VHS kasetten
büyük.
Hatta daha
kalın.
Sesi kalitesiz.
Ama.
Dönemin popüleri.
Bugüne kalanı
var mı?
Vardır bir
yerlerde.
***
Kasetler,
kartuşlar.
Her şeyin
daha fazla çabayla elde edilebildiği.
Yenilen, içilen…
Ve
giyilenlerin.
Çok ve
çeşitli olmadığı…
Ama.
Bir şarkıya
yüklenen anlamın.
Bugünkünden
çok derin olduğu.
Dönemin güzelliklerini.
Ve zorluklarını
yansıtıyor kuşkusuz.
Oysa bugün.
Yiyecekler bile daha rafine.
Daha az çabayla.
Daha az
çiğneyerek tüketiyoruz.
Ama…
Sindirimi
bile tembelleştirip.
Yeni
hastalıklarla tanışıyoruz.
Bugün…
USB’ye
binlerce şarkı yüklerken.
Kasete.
Kartuşa on
parçayı yüklemenin.
Büyük iş olduğu
günleri.
Unutuyoruz…
***
Geçen gün
internette gezinirken.
Bir başka
güzellikle karşılaştım.
Casio marka
elektronik saat…
Vintage deniyor artık.
Eskiye
öykünen yani…
O zaman
efsaneydi.
Şimdi…
Eski bir
dost…
Artık havalı değil
ama.
Sıcacık…
***
Dalınca
gidiyorsun…
Bazı evlerde
regülatörler olurdu.
Düzensiz
elektrik akımını dengelemek.
Televizyonları
korumak için…
Videolar
yıpranmasın.
Kaset
sararken kafaları bozulmasın diye.
Kaset sarma
cihazı bile vardı…
Kasetlikler
vardı…
Parmağının
ucuyla çevirirsin.
O dönerken.
Sen aradığın
kaseti bulursun.
Aslında bir
yere dizsen daha kolay.
Ama kasetlik
işin havası…
Sokaklarda
sayılı arabanın olduğu.
Üstlerine
çadırların örtüldüğü günlerden bahsediyoruz.
Plastik
bidonlara musluk takıldığı.
Susuz
günlerden…
Gaz lambasız
ev.
Lüks
aydınlatıcı olmayan dükkanın bulunmadığı.
Elektrik
kesintili günlerden.
Daha neler
neler…
Bugün
cüzdanda iki kart taşımak zor geliyor.
O günlerde…
Benim bile
sayfalı nüfus cüzdanım vardı.
Neden
saklamadım ki…
***
Telefonluk
diye bir şey vardı evlerde.
Duvara monte
edilir.
Altı pirinç.
Üstünde
kesilmiş mermer.
Telefonu o mermere koyarsın.
Telefonun
üstüne de örtü…
Tuşlu telefon yok.
Çevirmeli...
Pirinç
şemsiyelikler olurdu.
Dikiş
makinaları evlerin standart donanımındaydı.
Tıpkı
kırıntıları toplayan gırgır gibi.
Çocuklarınıza.
Hadi o kadar
gitmeyin.
Otuzlu
yaşlardaki insanlara sorun.
Gırgırı
hatırlayan var mı?
***
Kahve
çekirdek halde satılır.
Evlerde
kahve değirmenleri olur.
Kolu
çevirdikçe.
Kahveyi
öğütürdün…
Sobalı
evlerde.
Boya zarar
görmesin diye.
Duvara amyant
yapıştırılırdı.
Ev eşyaları
satılan dükkanlarda.
Fare kapanı
da vardı.
Sineklik de…
Dönemin
çocukları bilir.
Tornet diye
bir şey.
Dikdörtgen
kalınca bir tahtanın.
İki alt
ucuna.
Tahta
çubuklar çakılır.
Çubuklara
da.
Dört tane
bilye takılır.
Çocukların binmesi.
Ve sürmesi
için tasarlanmış.
Acayip
eğlenceli…
Bilye
deyince kimsenin aklına misket gelmesin.
Çelikten
tekerleklere bilye denirdi.
Her çocuk
bilirdi.
Tornet
satılan bir yer yoktu.
Babası
becerikli olan.
Marangoz
tanıdığı bulunan.
Yapar,
yaptırırdı…
Sapanlarımız
olurdu.
Mahalle
savaşlarının vazgeçilmeziydi…
Say sayabildiğin
kadar.
Burnunu
sızlatana kadar…
***
Ben eskiye
ait her şeyi severim.
Gözümü kapar.
Saatlerce
düşünür.
40 yıl
öncesini yeniden yaşarım.
Bir yandan
hüzünlenir.
Hatırlayanların
azalmasına.
İçlenirim…
Bir yandan mutlu
da olurum.
Çünkü.
Anılar benim
parçam.
Servetim.
Yaşadığım
müddetçe.
Hep yanımda
olacak.
Ve hiç
tükenmeyecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder