Efes Euroleague’i yine kazandı.
Ne kadar övülse az…
Ama anlatacağım başka.
Son Final Four’da da gördük ki.
Artık takım sporları öyle “an”lık.
Öyle atıştırmalık kıvamda ki.
Her şey öyle hızlı ilerliyor.
Kareler o kadar hızlı gözümüzün önünden geçiyor ki…
Yaşananları algılamak bazen zorlaşıyor.
Amacım nostalji değil ama…
Toplumsal değişiminin spora yansımasını da görmeli.
Bunun için de eskiyi hatırlamalı…
——
30-40 yıl önce.
Hayatımız bugünkünden daha yavaşken.
Ceplerimizde telefon.
Kredi kartı yokken.
Favori TV programımızı.
Ancak o saatte ekran başında olduğumuzda izleyebildiğimiz günlerde…
Bu spor da daha farklıydı.
Topun 24 saniye yerine 30 saniyede kullanılabildiği.
Ne kadar faul yaparsan yap.
Topu çalamadığın sürece.
Rakibin topu saha kenarından oyuna sokabildiği.
6 farkla öne geçen rakibin bile seni kısır döngüye itebildiği günleri…
Dahası.
Yeni nesil bilmez.
Üç sayılık çizgilerin olmadığı.
Nereden atarsan at “iki” yazıldığı.
Periyodlar yerine sadece iki devrenin olduğu günleri.
Ne kadar yavaş ve durağandı bu spor…
Hayatımız gibi.
İnternetsiz günlerde.
Habersiz gelen misafirlerle.
Durağan kareli filmlerle eğlendiğimiz.
Oturup kendimizi dinleyebildiğimiz günleri.
Saniyelerin üst üste yığılmadan büyük değerler ifade etmediği.
Bugün monoton görünen.
Ama o gün için.
Değerli dakikaları…
—
Spordan devam edelim…
Hiç 1970’lerin, 80’lerin futbol maçlarını uzun uzadıya seyrettiniz mi?
Ben seyrediyorum.
Keyifli ve hızlı olduğu için değil.
Anıları olduğundan.
Yoksa.
Çekilecek dert değil…
Doğru dürüst pres yok.
Yürüyerek oynanıyor.
Kalecinin ayakla atılan pasları elle tutabildiği.
Sonra tekrar bırakıp eliyle sürüyüp.
Saatlerce zaman kazandığı maçları.
Nasıl izliyormuşuz sıkılmadan?
O dönemki dolu trübünler…
Anlaşılır gibi değil…
—
Sadece iki oyuncu değiştirilebilen.
Tribüne gittiğinde bir saat topun beklendiği.
Yatan futbolcunun her şartta sahada tedavi edildiği.
Üstelik bir dakika uzatılmadan biten.
Tarla gibi sahalarda.
Akustiksiz statlarda oynanan.
Trübünden tekdüze sesin yükseldiği.
Acayip maçları…
—
Kabul etmeliyiz ki.
Hayatımız yeni buluşlarla allak bullak olurken.
Yeni kurallar.
Yeni teknolojilerle.
Bütün alışkanlıklarımız değişirken.
Müesses nizam da yeni şeyler keşfedip.
Yeni tip insana uygun ürünler buluyor..
Artık ekran başında duramayan.
Her türlü boşlukta telefonuna sarılan.
Endüstriyel ve lezzetli çerezini yerken.
Saniyelik molalarda bile başka kanala geçen.
Bir kaç maçı…
Belki dizileri bile aynı anda izleyen bir kitle var.
Öyle ki.
Satranç gibi oyunlara tahammülü edemeyip.
Sokak topu benzeri kurguları izleyen.
Instagram’i bile sıkıcı bulup.
Tik-tok’la tatmin olmaya çalışan.
Garip bir kitle…
Ama…
Artık müşteri onlar…
Kurallar onlara göre ayarlanıyor.
Diskalifiye ve kırmızı kartlar kolaylaştırılıp.
Topun oyunda kalma süresi uzatılıp.
Daha tenha bir sahada.
Daha temassız.
Daha anlık aktiviteler arzulanıyor.
İlerde çocuklarımız yeni zevkler edindikçe.
Bizim izlediğimiz bu seyirlikler de keyifsizleşecek.
Evrilen insanlar…
Micic’in yarı finaldeki efsane üçlüğünü bile.
Sıradan bulacak…
Değişim kendi çarkında ilerleyip.
Eskiyi acımasızca tüketecek…