Sabahın.
Alacakaranlığında.
Uykun kaçtığında…
Olabildiğince…
Yapayalnız hissettiğinde…
Hatıralarla baş başa kalıp.
Derin muhasebelere girer.
Yitirdiklerine üzülür…
Yapamadıklarına hayıflanırsın…
Kafan, zamanın dar.
Ve hüzünlü dehlizlerine girer…
Zihnin hep sorar…
“Kim nereye gitti?” diye...
Düşünüp durursun…
Bir bakmışsın.
On yıl önceki bir kahvaltıya.
Yirmi beş yıl önceki bir arkadaş toplantısına.
Bir bakmışsın.
Lise zamanında.
Eski bir semtte.
Arkadaşının babasının.
Saat tamiri yaptığı.
Küçücük dükkana gidip.
O zaman bile yaşlı olan adamın.
Şimdi kim bilir nerelerde.
Belki hangi kabirde yattığını düşünürken…
Plansız...
Ansızın aklına gelir birileri…
Kurcalarsın…
Onlarca yıl önce…
Ankara caddelerinin.
Soğuğunda sıcağında…
Karınca gibi didinen…
Yoğurtçusundan.
Mahalle bakkalına kadar…
Nereye koştuğu…
Şimdi nereye gittiği belli olmayan insanlarını…
Hayalindeki fon müziğinde…
Louis Armstrong’un “Wonderful world” parçası çalarken.
Bir yandan da.
Soğuk ve karanlık bir Pazar gününde…
Kaybedeceğini hiç ummadığın.
Akrabalarının…
Gencecik yaşlarındayken…
Gülüp eğlenme sesleri kulağına gelir…
Ailenin korumasında olduğun.
Dertsiz kedersiz günlerini düşünür.
Hep loş ışıkta…
Akranlarınla oynadığın….
Hiç bitmeyecekmiş gibi geçirdiğin.
Bir sonraki günü bırak…
Bir sonraki saatini aklına getirmediğin…
Kayıtsız çocukluğunu…
Sonra zihnin sorgular yine…
Dününü bugününü…
Hayatında olan dostlardan…
Yanlarına gidemediklerin.
Görüşemediklerin.
Aramaya bile üşendiklerin gelir aklına…
Hüzün ve keder.
Pişmanlığa bırakır yerini…
Alacakaranlık…
Kafanın o saatteki berraklığıyla.
Geçmişi en ince ayrıntısıyla.
Karşına sererken.
Acımasızdır…
Sırtını yüklerle doldururken..
Zihninde derin boşluk bırakır…
Sevdiklerin uykudayken…
Sen…
Savunmasız.
Olabildiğince sessiz.
Ve yapayalnızken…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder