İsrail'in Lübnan ve Suriye'de çağrı cihazları merkezli dijital saldırısı...
Kafamızdaki bütün güvenlik, muhabere, komplo konseptlerini alt üst etti...
Çok değil...
Bir kaç on yıl önce...
Bu tarz saldırı ihtimallerine ilişkin.
Komplo cümlelerini kuranlar.
Sohbetlerde marjinalize edilirlerdi...
Artık hepimizin.
Tabiri yerindeyse noktasal hedefler olduğu günlere geldik...
Güvenlik ve güvensizlik iç içe...
Ruhumuz da...
Dünyamız da...
Şeytanlara emanet...
Oysa bu tarz ihtimallere karşı tedbirler ve istihbarat örgütlerinin marjinal paranoyaları...
Bizim için sadece bir eğlenceydi geçmişte...
Hiç unutmuyorum...
1999 yılının Kasım ayıydı.
Ecevit koalisyon hükümeti dönemiydi...
ABD Başkanı Bill Clinton'ın Ankara ziyaretini takip eden gazetecilerden birisiydim.
Gezi öncesi emniyet kaynaklarından aldığımız bilgiler o gün için şaşırtıcıydı...
ABD'lilerin 900 güvenlik görevlisiyle Ankara'ya gelmeleri.
Clinton'ın konuşma yapacağı TBMM'ye kendi güvenlik ekipleriyle girmeleri.
Bizdeki elektronik kapıya bile güvenmeyip.
Kendileri ayrı bir arama sistemi kurarak.
Sadece gazetecileri değil.
Milletvekillerini de arayarak içeri sokacak olmaları...
Dahası...
Genel kurul salonuna ABD Başkanı'nın korumalarının da girmeleri isteniyordu...
Her türlü teamüle aykırıydı...
O gün için.
Türkiye'de Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil kimsenin korumaları içeri giremiyor.
En fazla izleyici localarında oturabiliyordu...
Sonrasında verilen bilgiler bizim için daha ilginçti...
Clinton dublörüyle gelmiş.
Katılacağı her programa iki makam aracıyla gitmişti...
Birisinde dublörü birisinde kendisi...
Kalacağı yer sır gibi saklanmış...
Hilton oteli bilgisi verilse de...
O yollar kapalı olduğundan.
Sonradan otele gitmediği de anlaşıldığından.
ABD elçiliğinin rezidansında kaldığı düşünülmüştü...
Ötesini söyleyeyim...
Dikkatli bir ifade ile...
ABD Başkanı'nın kakasının da...
Evet güleceksiniz ama...
Kakasının da paketlenerek ABD'ye götürüldüğü belirtilmişti...
Ona bile stratejik anlam yüklenmişti...
Dışkı ve idrarların başka ülkelerin eline geçmesinin...
Başkana ilişkin gizli sağlık bilgilerini açık edebileceği düşünülmüştü...
O günlerde...
Roman gibiydi yazdığımız haberler...
Televizyonda yaptığımız yayınlar...
Çok keyif alıyor...
"Bu Amerikalılar da işi iyice filme döktüler" diyorduk...
Henüz o denli şizofren değildik.
Bize garip gelen.
Magazinel bir çok ayrıntı vardı...
Meslek hayatımda çok özel günlerdi...
Aslında.
Çok şey de öğrenmiştim.
Sonrasında Obama'yı da izlemiştim 2009'da ama.
Sanki bu denli sansasyonel değildi...
Yine 1990'lı yıllara götüreyim sizi...
Ankara'daki İsrail büyükelçiliğine bir program için çağrılmıştık...
Üzerimizdeki bir çok şeyi çıkartıp.
Ellerindeki cihazlarla aramışlar...
O gün için şaşırtıcı şekilde...
Ayakkabılarımızı da çıkarttırmışlardı...
Anlam verememiştik de.
Henüz politik tansiyon o denli yüksek olmadığından...
Gülüp geçilmiş...
Çıktığımızda çok konuşup eğlenmiştik...
Basit bir paranoya mıydı?
Anlıyoruz ki değilmiş...
Zira FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında...
Belki iki ya da üç gün sonrasında...
Cumhurbaşkanlığı'na girişimizi hatırlıyorum...
Haklı olarak...
Kalemlerimiz bile toplanmış...
Bize görevlilerin verdiği kağıt ve kalemlerle içeri girebilmiştik...
Nasıl arandığımızın diğer ayrıntılarını anlatmıyorum...
Zira...
O günün psikolojik şartları açısından normaldi...
Zamanı ileri geri sarmaya devam...
2001 yılına gidelim...
İsrail milli günü resepsiyonu için Sheraton oteldeydik...
Otelin mutfağı...
İsrailli güvenlikçilerin kontrolü altındaydı...
Bugün ilişkilerimiz böyle olmasa bile...
Gelip o kadarını yapabilirler miydi yine...?
Çok emin değilim...
Nihayetinde orası onların değil.
Türkiye'deki bir otel!
Yine aynı tarz aranan konuklar.
Hatta otel müşterileri de buna dahildi...
Hatırlıyorum haber yapmıştık...
Her nasılsa bunu sorun etmemişti kimse......
Garsonlar...
Her yiyecek getirişlerinde...
Tekrar tekrar.
Üstelik çok bireysel mahremiyete saldırı anlamında aranıyorlardı...
Her neyse...
Bizim için.
Güvenlik konseptlerinin.
Komplo anlayışımızın.
Değiştiği bir numaralı olay, şüphesiz 11 Eylül 2001 tarihiydi...
Muhabirlik günlerimiz tabi...
Başbakanlık'ta o sırada Ecevit başkanlığında bir toplantıyı izliyorduk.
Gazeteciler için ayrılan camekanlı bir bölümümüz vardı...
Başbakanlık basın bürosunun televizyonunda izlemekte olduğumuz o 11 Eylül'ün ilk görüntülerinin...
Gerçek mi, yoksa bir bilim kurgu filmden mi alıntı olduğunu uzun süre anlayamadık...
Bildiğimiz bir şey vardı...
Bize söylenen.
O günlerde çokça gerçekliği sorgulanmayan...
Afganlı "teröristler" uçakları kaçırmış, ABD'nin New York kentindeki ikiz kulelere çakmıştı!
Sonra Washington'da aralarında Pentagon'un da olduğu bazı binalara...
Afganistan'da, Tora Bora dağlarının El Kaide militanları...
Demek ki uçaklar konusunda.
Onların kodları konusunda.
Rotalar ve dijital unsurlarına tam hakimlerdi!
Bu denli bilgiye sahiptiler...
Bu korsanları yetiştirmişlerdi!
Yapı itibarıyla çok komplocu değilim.
Michael Moore'un Fahrenheit filmlerindeki iddialar kadar ileri gidemesem de....
Olay garip ötesiydi.
Sonraki yaşananlar da malum zaten...
İşin orasında değilim de...
Böyle siyasi ve jeopolitik komplolara şahit olmayı sürdürecektik gelecek günlerde de...
11 Eylül'ün bize bıraktığı...
Uçaklara binerken yaşadığımız olağanüstü sorunlar...
Yanımızda taşıdığımız belli miktar üstü sıvıların...
Mesela parfüm şişelerinin...
Ya da traş jellerinin.
Gözümüzün önünde çöpe atılmasıydı o günlerde...
Mazallah...
Uçakta bomba üretebilirdik...
Bugün de benzer durumdayız...
Ama alıştık olağanüstülüğe...
Dünya başka bir yer haline geliyordu gün be gün...
Batı ülkelerinde şarbonlu mektup saldırıları başlamış.
Bir politik intikam aracı olarak kullanılma yoluna girmişti...
Bazı liderleri...
Gizli gizli zehirleyen komplo ilaçları ortaya çıkmış...
Ukrayna lideri Yuşçenko zehirlenerek, yüzünün gözünün şekli değiştirilmişti...
Tıpkı Hamas liderlerinden Meşal'in 1996 yaşadığı gibi...
Artık dünya...
Filmlerde izlediğimiz sabotajların.
Yetersiz kaldığı...
Komplonun Hollywood'u yaya bıraktığı bir hale bürünmüştü...
Düşünün son bir iki yılda yaşadıklarımızı...
7 Ekim Aksa operasyonu ve sonrası İsrail'in giriştiği soykırım.
Hemen öncesinde...
Rusya gibi bir ülkede darbe girişimi...
Sonra bu olayın faili Prigojin'in uçağının gizemli şekilde düşmesi!
ABD'de daha önce hiç görmediğimiz bir karışıklık tablosu...
Trump taraftarlarının kongre baskını...
Trump'ın iki kez suikastten kurtulmasını saymıyorum bile...
ABD'de bir suikast geleneği var zira.
19.yüzyıldan bu yana, başkanlarını ya öldürüyorlar...
Ya bir mesaj veriyorlar...
Reagan da Trump da kıl payı kurtulanlardan...
Ama Trump sanki biraz fazla hedef oldu diğerlerine göre...
Ve...
Haniye'nin Tahran'da...
Odasında...
Noktasal öldürülüşü...
Akıl alır gibi değil...
Tekrar gelelim bugüne...
İsrail'in çağrı cihazları vasıtasıyla yaptığı dijital saldırı...
Bütün bildiklerimizi yeniden derlememizi gerektiriyor.
Yirminci yüzyılda yazılan bütün bilim kurgu romanlarını yeniden yazdıracak şeyler...
Paranoyaklık artık hangi boyutlara varacak bilemiyoruz.
Bizim cebimizde.
Masamızda...
Akıllı televizyonumuzu taşıyan konsollarımızda...
Elektrikli arabalarımızın akıllı aksamlarında...
Nasıl bir şey taşıyoruz...?
O bataryalar...
Bir kaç saniyelik bir süreçte...
Verilecek bir sinyalle...
Bir bomba olabiliyorsa...
Nasıl dehşet verici...
Uçakta olsaydı mesela bu saldırıya uğrayanlar...
Ya da ötesi...
Kafanızda her türlü ihtimal...
Permütasyon, kombinasyonu kurabilirsiniz...
Son tahlilde...
Keşke 18 ve 19.yüzyıla dönsek diyecek duruma geliyoruz...
Dünyadaki asimetrik mücadelenin...
Birer kurbanları halindeyiz...
Farkında mısınız?
Teknoloji.
Kötü insanın elinde.
Dünyayı yaşanmaz bir yer haline getiriyor...
Ya kullanmayacaksınız.
Ki bu imkansız...
Ya da sadece sizin kontrolünüzde.
Ve üretiminizde olacak...
Yazılımlar sizin olacak...
8 yaşındaki Narin'in öldürülmesinde pay sahibi olanların bile...
Diyarbakır'ın bir köyünde...
Elektronik ve muhaberat alanında...
Bir takım karartma ve yanıltma planları yaptığı dönemdeyiz...
Son tahlilde...
George Orwell'in 1984 romanını çoğumuz okumuştur...
Büyük biraderin...
Dünyayı izlemesi...
Eminim Orwell bugünleri görseydi...
Romanını piyasadan çeker.
Baştan aşağı yenilerdi...
Ama bilmediğimiz...
Onun yaşadıklarımızın ötesinde neler yazabileceği...
Sahi...
Çocuklarımıza nasıl bir dünya kalıyor...
Dahası...
Kalıyor mu?