O günü cam gibi hatırlıyorum...
Sekiz yaşında bir çocuğun.
44 yıl önce yaşadığı hadiseleri...
Cam gibi hatırlaması...
Tam olarak yaşadığının ayırdına vardığını göstermese de...
Tarihe tanıklık ettiğini bir şekilde hissettiğinin işareti...
Evet.
12 Eylül 1980 darbesinin olduğu gün.
Sekiz yaşında bir ilkokul öğrencisiydim.
Olağanüstü bir şey olduğunu hissettim çünkü...
Babam evdeydi.
Normal koşullarda.
Esnaf olan babam hafta sonu bile o saatlerde evde olmazdı...
Ankara'nın orta halli bir semtinde.
Bir apartman dairesinde oturanlar olarak...
Kapının önünde başında miğferler olan askerler...
Ve belli ki "dışarı çıkmayın" diye uyarılan vatandaşlar olarak...
Bekliyorduk...
Sormuştum bu beklemenin nedenini...
Büyüklerim "ihtilal oldu" deyince...
İhtilalin ne demek olduğunu deşmemiştim...
Bugün "darbe" deniyor, o gün "ihtilal" deniyordu...
Bazen yaşadıklarınızı...
Yaşadığınız koşullarda değerlendirmek en doğrusu...
Bu nedenle darbenin bir kaç ay öncesinde...
Hissettiklerimi anlatmak istiyorum...
En başta...
Huzursuzluk...
Sadece huzursuzluk...
Her gün bombalar patlıyor...
Ev zangır zangır titriyor...
Sokaklar "kötü insanlar" tarafından ele geçirilmiş gibi...
Ortaokula giden ablamlara bile...
Annem babamdan sıkı talimatlar...
"Sakın siyasi bir şey söylemeyin" diye...
"Sağcı mısınız, solcu musunuz?" Diye soranlara cevap vermeyin uyarılarıyla yola çıktıklarını...
Sekiz yaşındaydım da görüyordum yine de...
Ya da...
Gece yarıları evimize gelen...
Gencecik...
Yirmili yaşlarda insanların.
Babamdan para istemeleri...
Sözüm ona "yardım" toplamalarını...
Babamın o günkü şartlarda, elli lira yüz lira hepsine para vermesi...
Bunlar, sağdan soldan olabiliyordu tabi...
"Yardım" toplayanlar arasında...
Devrimciyiz diyen de vardı.
Milliyetçiyiz diyen de...
Annem babama bazen çıkışır...
Neden gelenlere para verdiğini sorar...
O günlerde bile son derecede apolitik bir insan olan babam...
"Ne yapalım, başımıza iş mi gelsin" derdi...
Hava kararınca sokağa çıkılmaz...
Gece evde uyumaya çalışırken...
Tabanca sesleriyle irkilirdik...
Komşu ziyaretleri bile hava kararınca askıya alınırdı..
Yani...
Demem o ki...
Kadayıfın altı giderek kızarıyordu...
Darbe koşulları oluşturuluyordu da...
Biz bunu öyle idrak etmiyorduk o zaman...
Biz derken...
Ben küçücük olsam da...
Aile çevresi...
Mahalle çevresi...
Huzur ararken huzursuzluğun içinde buluyordu kendini...
Herkes...
Kendisini bu ortamdan kurtaracak bir "derman" arıyordu...
O derman da.
Türk silahlı kuvvetleri gibi gösteriliyordu...
Çocuk kulağım duyardı...
İş "askere" gidiyordu...
Halk işlerin içeriğini bilmez de...
Askere güvenirdi!
Arkasında çevrilen yolsuzlukları, dümenleri bilmez de...
Cuntacı olarak düşünmez de...
Demokrasiyi filan umursamaz da...
Askere güvenirdi yani!
Hava buydu...
Aslında cuntaydı da...
Tsk diyorduk...
Neyse...
Tekrar 12 Eylül gününe dönelim...
Asker kapımızda beklerken...
Neler yaşandığını daha net anlayabilmek adına...
"Radyonuzu açın, ihtilal bildirisini dinleyin" tavsiyesinde bulunuyorlardı...
O günlerde...
Sanyo marka bir radyomuz vardı...
Orta büyüklükte...
Şimdikiler bilir mi?
Hala üretilip üretilmediğinden emin olmadığım büyük silindir piller vardı...
O radyo altı büyük pille çalışıyordu...
Ve hepsi boştu...
Televizyon yayınları akşama kadar yoktu...
O nedenle...
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in sürekli döndürüp dolaştırıp yayınlanan darbe bildirisini dinlemek için radyoya pil almak lazımdı...
Sokağa çıkma yasağında...
Radyoya pil almak...
Bu nasıl olacaktı?
Darbeciler bunu da düşünmüştü...
Fırınları ve bakkalları açık tutuyorlardı...
Ekmek ve pil alınabiliyordu...
Hatta teşvik ediliyordu...
Ailelere "çocuklarınız dışarı çıkabilir" denmişti sanırım...
Oyun da serbestti...
Bakkala gitmek de...
Ben bakkala gitmiş ve pil, ekmek gibi ihtiyaçları almıştım...
Radyoda Hasan Mutlucan'ın darbelerle özdeşleşen türküleri...
Ve arada Kenan Evren'in bildirisi...
Sonra kapımız bir kez daha çaldı...
Komşular babamı aşağı davet ettiler...
Askerler apartmanlara birer ikişer kova boya dağıtıyorlardı...
Apartman dış cephelerinin acilen boya ile kapatılması gerekiyordu...
Zira darbe öncesinde bütün apartmanlarda...
"Anarşist" denilen örgütlerin...
Sloganları yazılıydı...
Bunların üstü boyandı.
Bütün apartmanlar tekir bekir hale gelmişti...
Ne bir kurşun sesi duyuluyordu...
Ne bir şey...
Aniden "huzur" gelmişti!
Sonrasında neler yaşandı?
12 Eylül'ü takip eden günler...
Eminim bir çok evde...
Sobalar fazla mesai yapmıştı!
Evlerdeki kitapların yakılması için...
Bizde var mıydı o sakıncalı kitaplar bilmiyorum da...
Ablamın bazı kitaplarını...
Banyodaki termosifona attıklarını biliyorum...
Ne olur ne olmaz diye...
Ablamlar orta okula gidiyorlardı...
Darbe öncesinde.
Okula giderlerken...
Çantayı hangi omuzlarına takacaklarını hesap ediyorlardı...
Öyle ya...
Sağ omzuna taksan, sol omzuna taksan...
Hepsi ayrı sıkıntı...
Acayip bir şey...
Sonradan asker geldi...
Bunlardan kurtardı ülkeyi!
Tabi ironik bir durum ama...
İnsanın canından önemli bir şey yok...
O günün koşullarında...
"Ordudan Allah razı olsun huzurumuz geldi" anlayışı...
Hiç de az buz bir şey değildi...
Apartmanımızdaki Şahin amca...
Ve okulumuzdaki bir iki öğrencinin annesi babası dışında...
12 Eylül'ün getirdiği 1982 anayasasına...
Neredeyse kimse hayır vermemişti çevremizde...
Hani bugün diyorlar ya...
Şeffaf oy zarflarıyla baskı oluşturuldu diye...
O yüzden yüzde 92 oy aldı diye...
Ben baskıdan ziyade...
İnsanların sokaklardaki huzursuzluk ve algılatılan "anarşi" ortamına dönmek istemedikleri için...
İsteyerek evet oyu verdiklerini.
Ve bunun gayet "insani" olduğunu düşünüyorum...
Yıllar sonra darbe öncesi ve sonrası şartların nasıl olgunlaştırıldığını...
ABD'nin "bizim çocuklar başardı" itirafını...
Rogers planını...
Yunanistan'ın NATO engelini aşması için...
Hiç bir şey almadan vetomuzu kaldırışımızı...
FETÖ'cülerin...
15 Temmuzcu hain sözde generallerin.
12 Eylül'ün hemen sonrasında Harbiye'ye girişlerini...
Vesayetin damarlarını bir bir yeniden inşa etmelerini...
Ve bunun gibi pek çok şeyi görünce...
Cuntacıların işi nasıl ince kurguladıklarını...
O kadar net algılıyor ki insan...
O gün 12 Eylül'ü "kurtuluş" gibi görenler çoktu...
Tabi ailesinden işkence görenleri...
Öldürülenleri benim çevremde pek bilmiyorduk...
Apolitik...
İşinde gücünde insanlardı çoğu çünkü çevremiz...
Önemli olan da onların darbeyi nasıl algıladığıydı...
Darbe sonrası günlerin...
Siyah beyaz televizyonlarında...
"Ben hoca çocuğuyum" diyen Kenan Evren'in...
Sonradan tek tek itiraf ettiği...
"Bir sağdan, bir soldan adam asmaların"
Ve şartların olgunlaşma sürecinin...
Nasıl kurgulandığı...
Bugünlerde hani çok tartışılıyor ya...
"Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganları altında...
O günlerdeki kesif "Atatürkçülük" söyleminin...
Hatta...
Evren'in...
Hal ve tavırlarıyla...
Atatürk'e nasıl benzediğinin...
Her akşam haberlerde çıkan Milli Güvenlik Konseyi'nin çatık kaşlı üyelerinin...
Atatürk kadar şık olduğunun konuşulmasının...
Gardrop ve söylem Atatürkçülüğünün...
Hemen her darbede olduğu gibi...
O günlere de kılıf oluşturmasının....
Daha çok yazarım da...
Uzar gider...
Bazen gelişmelere...
Uzaktan.
Kırk elli yıl sonradan bakmak iyi geliyor...
Çok net konuşmalıyım...
Darbeler bu ülkenin kaderi olmamalı...
Darbenin kırıntısını çağrıştıran ufacık hadiselerin bile...
Çok sert şekilde üzerine gidilmesi gerektiği.
Bir ülkede yaşıyoruz...
Bu gibi şeylere özlem duyanlar...
Hayatımızda olmamalı...
Kimin yaptığının...
Sonrasında kimin budandığının...
Önemi bulunmamalı...
Türkiye'nin kaderi...
Cunta özlemiyle yananların...
İhtiraslarına kurban edilmemeli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder