19 Temmuz 2020 Pazar

MARDİN

Mardin


Sayısını unuttum. 

Kim bilir kaçıncı kez Mardin’deydim.

Bir sempozyum için.

Ondan da bahsederim.

Ama...

Önce gördüklerim...

Her sefer anlatacak yeni şeyler buluyorsunuz bu kentte.

Çok bilinenleri bir kenara bırakıp...

Yeni öğrendiklerimi yazayım.

Kaldığımız yer Artuklu Üniversitesi’nin uygulama oteli.

Efsane bir yapı.

Böyle tarihi bir filmin setinde izlenimi veriyor.

Şöyle anlatayım.

Sıla dizisinin bir kısmı burada çekilmiş.

İzlemedim ama izleyenler hemen hımmm diyecek...

Oda tavanı on metre yüksekte.

Taş mimari.

Kireç taşı.

Ulu Caminin karşısında.

Mimarı Ermeni.

Tıpkı bir dönemin Mardin’ini dizayn eden diğer mimarlar gibi.

Eski Mardin evleri manzara hukukunu gözetiyormuş.

Gerçekten de bakıyorsunuz, hiç birinin manzarası diğerini kesmiyor.

Kireç taşı bu kentten çıkıyor. Islak çıkıyor. Şekil vermesi kolay oluyormuş. Binayı yapınca kuruyup sertleşiyor.

Çok ilginç ama Mardin’de Osmanlı yapısı neredeyse yok. 

Şehirde çok kültürlülük ve çok dinlilik olsa da, gettolar hiç olmamış.

Avrupa’nın aksine. Kimse dışlanmamış.

Anadolu’da Roma’nın girmediği yer yok.

Haliyle Mardin de nasibini almış.

Dara antik kenti mesela.

6.yüzyıl...

36 yıldır kazılıyor.

Sadece dörtte biri çıkmış.

O kadarı bile muhteşem.

Klasik Roma caddeleri. Agora.

Nekropol. Yani taş mezarlar.

Hepsi çıksa. Gece aydınlatılsa. Dünyada benzeri olmaz. Öyle diyeyim...

Deyrül Zafaran kilisesini hepiniz bilirsiniz. Ben defalarca gitmiştim önceden. Ama... Kendimi kınadım bi kez... Çünkü anlamını yeni öğrendim. 

Safran Manastırı anlamına geliyormuş. Sarı manastır da deniliyormuş. 3.800 yıllık bir yapı. Yani. Hristiyanlıktan önce de var. Güneşe, yıldıza aya tapanlar, 400’lü yıllarda hristiyanlığa geçince burayı manastır yapmışlar. Hani moda tartışma var ya. Aslı neyse o diye. Burası aslında pagan ibadethanesiymiş. Her neyse.

Beni asıl hayrete düşürense, 3.800 yıl önce inşa edilen bu yapının tek bir taşının bir buçuk ton olması. Daha da ilginç olanı için sıkı durun. Bu taşlar aralarında hiç bir yapıştırıcı olmadan birbirine bağlı duruyor. Hepsi kilit taşı. Birbirini tutuyor ve neredeyse 4 bin yıldır, depremler, felaketler görmesine rağmen kımıldamadan duruyor. İnanılmaz...

Duvarlarında Aramice, Süryanice yazılar. Aramice olanlar hristiyanlığın ilk döneminden. İncil dilinde yani. Süryanice olanlar Arap alfabesi.


YABANİ MEYVELİ YEMEKLER

Biraz da yemek kültürü.

Bildiğiniz Mardin yemeklerini anlatmayacağım.

Ama yeni öğrendiğim çok ilginç bir ayrıntı.

Ne yerseniz yeyin.

İster güveç.

İster bulgur pilavı.

Hepsinin içinde yabani meyveler, sebzeler var.

Mesela.

Güveçte domates patates yok.

Onun yerine dağdan toplanan alıç, yabani erik var.

Yemeğin üstüne gelen tatlı ise yabani armut tatlısı.

Hala oranın doğasında mevcut.

Peki neden böyle?

Çünkü bize domates patates gibi sebzelerin gelmesi sadece 150 yıl önce.

Eski Mardinliler ise bulduklarıyla yapmış herşeyi.

Haliyle.

Herşeyde bir mayhoş tat.

Yabani bir güzellik.

Tabi acı.

Ama yakışmış...

Bu anlattıklarım orijinal Mardin yemekleri.

Sonradan uydurulanlar için bir şey diyemem.

Bu muhteşem bilgileri, bize ikram ettiği harikulade sofrada anlatan ise Artuklu Üniversitesi Rektörü İsmail Özcoşar.

Hep yanımızdaydı.

Sempozyumda da.

Bu arada.

Anadolu Yayıncılar Derneği Başkanı Sinan Burhan’ın harika organizasyonu ve “Uyuşturucu ile mücadele ve basın” sempozyumunda konuşmak da şahsım adına bir ayrıcalık oldu.

Neyse.

Lafı uzatmadan fotoğrafları konuşturmak en iyisi.

O halde.

Fotoğraflarla aranızdan çekiliyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder