13 Ekim 2020 Salı

FOTOĞRAFLARDAKİ SIR...

Yıllanmış fotoğraflar büyülüdür.

Sessiz sessiz konuşurlar…

Her bakışta.

Yeni şeyler söyler.

Yeni keşifler yaptırırlar…

Bugün bir fotoğraf sergisindeydim.

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın fotoğrafları.

Ulucanlar Cezaevi müzesinin hemen yanındaki sergideler.


İlk tespitim.

Özal’ın resmi kıyafetlerden nefret ettiği…

1982’de Abant’ta olta atarken.

İbrahim Tatlıses’in uzattığı mikrofona türkü söylerken.

Takım elbisesinin sakil durduğunun farkında.

Ya da.

Demirel ve İnönü ile askeri tatbikatta.

Giydiği kamuflajdan rahatsız.

Çok belli…

Çünkü kendi gibi olmayı istiyor.

Olamıyor…

1983 seçimlerini kazandığı günün ertesinde.

Çok müzevazı sofrasında.

Parlakça kumaştan tişörtü ile.

Sokaktan geçen biri gibi.

Göbeğindeki çıkıntıdan rahatsızlık duymadan kahvaltı ediyor.

Semra hanımın yüzüne yansıyan endişesi.

Belki biraz da o göbekten kaynaklı…

Ama Turgut bey mutlu.

O günlerin modası olan ve artık vintage hale gelen.

Muhtemelen Casio elektronik saati ile.

Yine mütevazı görünen evlerinde.

Perde, masa örtüsü, tabaklar.

O dönem her evdeki gibi.

Masada büyük parçalardan oluşan geleneksel peynirler.

Kovan balı Anavatan Partisi logolu kabında.

Partinin logosu malum.

Arı…

Başka karelere de göz atınca.

Özal’ın kendini rahat hissettiği kareler belli.

Çocuklarla birlikte yapmacıksız.

Çocuk gibi…

Marmaris’te tatildeyken, Semra hanımla.

Çok mutlu, belli…

Üzerinde tişört…

Marmaris’teki kahvaltı masasının kırmızı beyaz kareli örtüsü.

Biz yaşlardakilerin beyninde bir klasiktir.

Kayısı festivalinde giydiği tişört gömlek arası kıyafet.

Mısır’da tapınak gezerken masa örtüsü motifli kıyafeti.

Elazığ’daki bembeyaz ve hırkayı andıran ceketi.

O rahat görüntülerin ortak yanları ne biliyor musunuz?

Çoğu Cumhurbaşkanı olduktan sonra.

Yerleşik nizamın baskısını daha az hissettiğinde.

Ezberleri bozabileceğini anladığında.

Rahatladığında.

Kendince.

Kuralları kendi koyduğunda.

Artık yasaklı listelerini aştığında.

O rahatlığın üzerine yansıması bence…

Sergide göremediğim şortlu fotoğrafı da öyleydi mesela…

Bir başka tespit.

Turgut Özal aslında hep çocukmuş.

Cumhurbaşkanı iken çocukluğu zirveye vurmuş.

Dreamland açılışında.

Kumanda aleti ve vitesle oyun koltuğunda.

Foto muhabirlerini umursamıyor bence.

Son derecede sahici.

O an tek derdi.

O oyunu kazanmak...

Bana sorarsanız en mutlu olduğu kare ise.

Naim Süleymanoğlu’nu Türkiye’ye getirdiğinde.

Kameraların karşısındaki görüntüsü…

Süleymanoğlu çocuk.

O daha da çocuk…

Cumhurbaşkanlığı’nda.

Üstü açık makam arabalarında.

29 Ekim’de merhum Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş yanında.

Güreş paşa çakı gibi.

Özal her zamanki gibi large…

1990 yılında limuzinin üst penceresinden uzanan gövdeler.

Yanında Mehmet Keçeciler.

Keçeciler adeta cumhurbaşkanı gibi durmuş.

Rol çalmış.

Özal yine de rahat ve mutlu…

Çünkü kendisi gibi…

Köy çeşmesinden su içerken de.

Hükümeti devralırken de.

Başkası olmaya hiç çalışmamış bence…

Son iki not.

Özal’ın konuştuğu mikrofonda “Zenger” yazısı.

Ankara Kalesi’ne “Zenger konağı”nı.

Erkal Zenger’in kendisini, bilenler, bilmeyenlere anlatsın.

Acayip matrak adamdı Zenger.

Özal ona çok güvenirdi.

Fotoğraflarda olmasa da.

Adı ile girmiş sergiye…

Bir de.

Özal’ın tarihin derinliklerinden uzanan bir karesi…

Beni çok etkiledi.

O fotoğrafta.

Çanakkale kahramanı Seyit Onbaşı’nın eşi var…

Düşünün tarih kitaplarındaki bir karakter o…

Sözün özü...

Eski fotoğraflar.

Bizim mesleğin.

Hızlı yaşama ve tüketme alışkanlığını açığa vuruyor.

Özal, Demirel, Ecevit, Türkeş, İnönü vs…

Hepsiyle tonlarca anı…

Çocuktuk, onlarla büyüdük.

Ne yaşlara geldik.

Biz bile bunu diyorsak…

Ve fotoğrafta gördüklerimizin çoğunun tarih olduğunu.

Gayet de kanıksıyorsak.

Artık fotoğraflara sadece bakmanın değil.

Onların gizli anlatısını keşfetmenin zamanıdır.

Zira asıl anlam.

Geçmişin kendisinden çok.

Keşfedilmeyi bekleyen gizemindedir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder