Yıllanmış fotoğraflar büyülüdür.
Sessiz
sessiz konuşurlar…
Her bakışta.
Yeni şeyler söyler.
Yeni
keşifler yaptırırlar…
Bugün bir
fotoğraf sergisindeydim.
Merhum
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın fotoğrafları.
Ulucanlar
Cezaevi müzesinin hemen yanındaki sergideler.
Özal’ın
resmi kıyafetlerden nefret ettiği…
1982’de Abant’ta
olta atarken.
İbrahim Tatlıses’in
uzattığı mikrofona türkü söylerken.
Takım
elbisesinin sakil durduğunun farkında.
Ya da.
Demirel ve
İnönü ile askeri tatbikatta.
Giydiği
kamuflajdan rahatsız.
Çok belli…
Çünkü kendi
gibi olmayı istiyor.
Olamıyor…
1983
seçimlerini kazandığı günün ertesinde.
Çok müzevazı
sofrasında.
Parlakça
kumaştan tişörtü ile.
Sokaktan
geçen biri gibi.
Göbeğindeki
çıkıntıdan rahatsızlık duymadan kahvaltı ediyor.
Semra
hanımın yüzüne yansıyan endişesi.
Belki biraz
da o göbekten kaynaklı…
Ama Turgut bey mutlu.
O günlerin
modası olan ve artık vintage hale gelen.
Muhtemelen
Casio elektronik saati ile.
Yine
mütevazı görünen evlerinde.
Perde, masa
örtüsü, tabaklar.
O dönem her
evdeki gibi.
Masada büyük
parçalardan oluşan geleneksel peynirler.
Kovan balı
Anavatan Partisi logolu kabında.
Partinin
logosu malum.
Arı…
Başka
karelere de göz atınca.
Özal’ın
kendini rahat hissettiği kareler belli.
Çocuklarla
birlikte yapmacıksız.
Çocuk gibi…
Marmaris’te
tatildeyken, Semra hanımla.
Çok mutlu,
belli…
Üzerinde
tişört…
Marmaris’teki
kahvaltı masasının kırmızı beyaz kareli örtüsü.
Biz yaşlardakilerin
beyninde bir klasiktir.
Kayısı festivalinde
giydiği tişört gömlek arası kıyafet.
Mısır’da
tapınak gezerken masa örtüsü motifli kıyafeti.
Elazığ’daki
bembeyaz ve hırkayı andıran ceketi.
O rahat görüntülerin ortak yanları ne biliyor musunuz?
Çoğu
Cumhurbaşkanı olduktan sonra.
Yerleşik
nizamın baskısını daha az hissettiğinde.
Ezberleri
bozabileceğini anladığında.
Rahatladığında.
Kendince.
Kuralları
kendi koyduğunda.
Artık
yasaklı listelerini aştığında.
O rahatlığın
üzerine yansıması bence…
Sergide
göremediğim şortlu fotoğrafı da öyleydi mesela…
Bir başka
tespit.
Turgut Özal
aslında hep çocukmuş.
Cumhurbaşkanı
iken çocukluğu zirveye vurmuş.
Dreamland
açılışında.
Kumanda
aleti ve vitesle oyun koltuğunda.
Foto
muhabirlerini umursamıyor bence.
Son derecede
sahici.
O an tek derdi.
O oyunu kazanmak...
Bana
sorarsanız en mutlu olduğu kare ise.
Naim
Süleymanoğlu’nu Türkiye’ye getirdiğinde.
Kameraların
karşısındaki görüntüsü…
Süleymanoğlu
çocuk.
O daha da çocuk…
Cumhurbaşkanlığı’nda.
Üstü açık
makam arabalarında.
29 Ekim’de
merhum Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş yanında.
Güreş paşa
çakı gibi.
Özal her
zamanki gibi large…
1990 yılında
limuzinin üst penceresinden uzanan gövdeler.
Yanında
Mehmet Keçeciler.
Keçeciler adeta
cumhurbaşkanı gibi durmuş.
Rol çalmış.
Özal yine de
rahat ve mutlu…
Çünkü
kendisi gibi…
Köy
çeşmesinden su içerken de.
Hükümeti
devralırken de.
Başkası
olmaya hiç çalışmamış bence…
Son iki not.
Özal’ın
konuştuğu mikrofonda “Zenger” yazısı.
Ankara
Kalesi’ne “Zenger konağı”nı.
Erkal Zenger’in
kendisini, bilenler, bilmeyenlere anlatsın.
Acayip
matrak adamdı Zenger.
Özal ona çok
güvenirdi.
Fotoğraflarda
olmasa da.
Adı ile
girmiş sergiye…
Bir de.
Özal’ın
tarihin derinliklerinden uzanan bir karesi…
Beni çok
etkiledi.
O
fotoğrafta.
Çanakkale kahramanı
Seyit Onbaşı’nın eşi var…
Düşünün tarih kitaplarındaki bir karakter o…
Sözün özü...
Eski
fotoğraflar.
Bizim
mesleğin.
Hızlı yaşama
ve tüketme alışkanlığını açığa vuruyor.
Özal,
Demirel, Ecevit, Türkeş, İnönü vs…
Hepsiyle
tonlarca anı…
Çocuktuk, onlarla büyüdük.
Ne yaşlara
geldik.
Biz bile
bunu diyorsak…
Ve
fotoğrafta gördüklerimizin çoğunun tarih olduğunu.
Gayet de
kanıksıyorsak.
Artık fotoğraflara sadece bakmanın değil.
Onların gizli anlatısını keşfetmenin zamanıdır.
Zira asıl anlam.
Geçmişin kendisinden çok.
Keşfedilmeyi bekleyen gizemindedir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder