Düşünsene.
Bir göl
kenarında.
Uçsuz bucaksız yemyeşil çimenler.
Baharın en
güzelinde.
Upuzun bir
sofra.
Sevdiklerinle.
Kaybettiklerinle.
Baban,
amcan, dayın, halan, teyzen, ailen.
Yeğenlerin.
Çocukların.
Komşuların.
Arkadaşların.
Sofran
büyük.
Gelenin
teklifsiz oturduğu.
Sıkıntıların
değil.
Sevinçlerin
konuşulduğu.
Tebessüm
edildiği…
Fonda kısık
sesiyle.
Louis
Armstrong.
“What a wonderful
world”u söylese…
Pırıl pırıl
bir günde…
Güneş üşütmese.
Simitlerimiz.
Çayımız bize
yeter.
Peynir de
istemez hani…
***
Dedikoducu
komşu da.
Mahallenin
palavracı abisi de.
Alt kattaki
ahbabın da…
Ağır
oturaklı yaşlılar.
Pimpirikli
çiftler de…
Annelerimiz,
babalarımız şart ama.
Dedeler de
olsa.
Hayatlarında
belki hiç görmedikleri.
Karşılaşmadıkları
torunlarını görseler.
Sıkı sıkı
sarılıp.
Sevseler…
Çocuk olsan.
Yanağından makas alınırken.
Şımarsan…
***
İlk
çocukluğunun oyuncaklarıyla.
Kaybettiğin
çocukluk arkadaşınla.
40 yıl önce
ölen kedin.
Küçük
yumağının peşinden koşsa…
Kuzenlerin
kendi aralarında.
Gözlerini
belerterek.
Küçük
şeyleri büyütse…
Naif komşu
kadın dinlese.
Annen onlara senden bahsederken.
Hoşuna gitse…
Maskesiz.
Ve hesapsız
gülsen.
Gölden su
içip.
Karnını
şişirsen…
Gözünü
yumup.
Güneşe
döndürsen yüzünü.
Armstrong’un
kısık sesiyle.
Harika
dünyayı kursak.
Simit ve
çayla.
Mutlulukla.
Peynir de
istemez hani…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder