31 Mayıs 2021 Pazartesi

NAUMOSKİ’NİN TURNİKESİNDEN BÜYÜK DEVRİME...

1993 senesiydi.

Üniversite öğrenciliği yıllarım.

Herkes akşamki final maçını bekliyor.

Efes Pilsen Yunan Aris’i yenerse...

Avrupa Kulüpler kupasını alacaktı.

Avrupa’nın iki numaralı kupasıydı.

Efes o günlerin koşullarında sıra dışı bir iş yapmış.

Temiz yüzlü çocuklarıyla.

Avrupa arenasını alt üst etmiş.

Neredeyse beş kişiyle.

Bilemedin altıncı adamla finale gelmişti.

O zaman öyle yedeğin yedeği filan yoktu.

Beş artı bir işte.

Petar Naumoski, Tamer Oyguç, Volkan Aydın, Ufuk Sarıca, Larry Richard.

İlk beş buydu.

Taner Korucu altıncı adamdı....

Bazen girer abilik yapar hemen çıkardı.

Mustafa Kemal Bitim bir yıl sonra katılacaktı takıma.

Murat Evliyaoğlu da.

Ama o gün öyleydi.

İmkansızlıklar ve bir süperstar vardı...

Makedon yıldız Naumoski takımın yarısıydı.

***

Final maçı İtalya’daydı.

Efes koçu Aydın Örs sağlamcıydı.

O günlerdeki yardımcısı Ergin Ataman’dan çok farklı bir profildi.

Maçların sadece savunmayla kazanılacağını düşünür.

Çok eleştirilirdi...

Efes maçlarında çok düşük sayılar atılırdı bu yüzden...

Düşünün final maçında...

Son on saniyede.

Maç 50-48 Aris lehineydi...

Devre değil dikkatinizi çekerim maç skoru...

Naumoski Avrupa şampiyonluğu için topu eline almış.

Maçı en azından uzatmak için turnikeye girmiş.

Ve kaçırmıştı.

Efes ilk finalini kaybetmekle kalmadı.

Oraya gelen Yunan seyircilerden.

Sahaya giren Yunanlılardan.

Meydan dayağı da yemişti basketbolcularımız...

Olacak iş değildi.

Nedensiz...

O dönemde iki ülke gerginliği parkelerde hep kendini gösterirdi.

Ama bu zirvesiydi.

O günden aklımda kalan iki şey.

Naumoski’nin kaçan turnikesi.

Tamer Oyguç’un yediği yumrukla burnundan boşalan kan...

Büyük hayal kırıklığı oldu.

Aris iki yıl ceza alsa da.

Kupa onların olmuştu.

Efes 1996’daki tarihi Milano maçından sonra Koraç kupasını alacak.

Bir Türk takımı ilk kez şampiyon olacaktı.

O gün takımın pivotlarından Conrad Mc Rea bir süre sonra kalp krizinden ölecekti...

***

Şüphesiz 70’li yılların sonlarındaki Beyaz Gölge dizisi Türkiye’de basketbolu sevdirmişti.

Ama bence bu sevdirme işinde aslan payı Efes’in oldu.

Futbolun sakilliğinden.

Buram buram kentlilik kokan basketbolun asaletine.

Herkes basketbol konuşmaya başladı Efes’le.

Euroleague’in değişmezi oldular.

Defalarca final four oynayıp. 

Dramatik maçlar kaybedip.

Düne geldiler...

Naumoski’nin üçlüklerinden.

Larkin’in akrobatik hareketlerine.

Tamer Oyguç’un hook atışlarından.

Sertaç Şanlı’nın rakibi bunaltan ısrarına.

Micic’in starlığın sınırını zorlamasına kadar.

Ben 1993’ü milat koydum Efes için ama.

Siz bunu daha geriye atıp.

1985’teki unutulmaz Banco di Roma maçına kadar götürebilirsiniz.

***

Türkiye böyle organizasyonlara.

Böyle Winner karakterlere çok ihtiyaç duyan bir ülke.

Efes’in dünkü maçı salt bir Euroleague zaferi değil.

Çok fazlası...

Bahis oranlarına bakın...

Maç öncesi hepsi Efes’in favori olduğunu gösteriyordu.

Tüm otoriteler Barcelona’nın kazanmasını sürpriz görüyordu.

Düşünün.

Barcelona normal sezonu birinci bitirse de.

Efes açık ara favoriydi...

MVP Micic’ten, Boubous’a kadar.

Her oyuncusu rakip için korku kaynağı oldu.

Eskiden maçlara biz böyle çıkardık.

Rakibin korkutucu silahlarını nasıl durduracağımızı konuşurduk...

Oysa dün...

Sıra onlardaydı...

Biz rakipten çok Larkin’in kaygı bozukluğunu konuştuk.

CSKA maçı gibi farkı açıp gevşer miyiz diye konuştuk.

Son maç niye zorlandık diye konuştuk...

Hep psikolojiydi konuştuğumuz.

Yoksa emindik...

Bizim takım herkesi yenerdi...

Asıl devrim buydu bence.

Korku duvarını aşıp.

Korkuyu rakibin kucağına vermekti.

Efes bunu başardı.

Beş kişilik dar kadroların kıt imkanlarından...

Her pozisyonda yıldızların oynadığı.

Bir rüya takıma evrildi Efes.

Kuşkusuz asıl devrim buydu...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder