19 Ağustos 2022 Cuma

SANSÜR…


Eski filmlere

Özellikle Türk filmlerine bayılırım.

Hiç sıkılmadan.

Tekrar tekrar izlerim.

Ama artık

TV’de izlemenin tadı da.

Anlamı da kalmadı.

Çünkü öyle kesikler atılıyor.

Öyle sansürler yiyorlar ki…

Televizyonlar ceza korkusuyla.

Yoğurdu öyle bir üflüyorlar ki…

Yayınladıkları şey.

Delikli bohçaya dönüyor…


————————


Mesela ikiyüzlü-dindar tiplemesindeki Şener Şen.

Bir gazeteyle ilgili yorum yapıyor.

“İdeolojik yorum” diye sansür yiyor.

Kemal Sunal Almanya’da.

Almanların domuz yemesini eleştiriyor.

Kesiliyor…

Filmin isminde bir araba markası var diye.

İsmi değiştirilip.

Bir roman adıyla yayınlanıyor…

Tam da bu yüzden.

Belki de İlyas Salman’ın TV’lerde en az yayınlanan filmi oluyor…

Diziler farklı mı ki?

Eski dizileri yayınlayan kanal.

Haluk Bilginer’in Rum asıllı arkadaşına yönelik:

“Papaz” sözünü.

Ya da…

“Sizi yine denize döktük” tarzı şakalarını.

Dilim dilim doğruyor.

İşte tam da bu zihniyet.

Murat Kosova’nın efsanevi anlatımıyla.

Türkiye Yunanistan maçında…

“Mehmet Okur Diamantidis’i denize döktü” sunumunu izlese.

Ne derdi acaba?


—————————


Mesela tartışmalı bir konu da.

Zenci-Siyahi meselesi.

Yüzünü kömürle boyayıp.

Sahte zenci basketbolcu olan Kemal Sunal vardır.

Bilirsiniz.

İşte o filmde.

“Zenci” ifadesi içeren bütün bölümler kesiliyor.

Ya da bir dizi filmdeki “Çingene” ifadesi…

Televizyon yönetimi.

Ya da sansür kurulunca biplenirken.

“Ayrımcılık” endişesi duyulsa da.

Çingenelerin kendilerine Roman denilmesini hiç sevmediğini.

Israrla Çingene ifadesini kullandıklarını.

Biliyorlar mı acaba?

Ya da bir klasik müzik radyosunda dendiği gibi…

“Çigan müziği” deyip işi geçiştireceklerini mi sanıyorlar?

Aydemir Akbaş’ın siyahi rol arkadaşı için.

“Yamyam” demesi…

Günümüzün meselesi değil…

Neden sansür yiyor?

Anlamak zor….

Üstüne üstlük.

Filmler, diziler bir ahlaki öğreti aracı değil ki…

Katili de var orada.

Hırsızı da.

Ayrımcısı da.

Manyağı da…

Olmasında da bir mahsur yok…

Tabi.

Konu konuyu açıyor…

Farklı odalara giriyoruz…

Mesela…

“Kahpe Bizans” harika bir komedi filmidir.

Ama şu günlerde özellikle.

Televizyonlarda hiç yayınlanmıyor…

Neden acaba?

İsminden mi?

Yunanların da alındıklarını açıkladığı.

Mehmet Ali Erbil’in Bizans şakalarından mı?


————————


Bir de “üçüncü cins” mevzu var.

Buradaki sansür iki çeşit.

İkisi de  işgüzarlık.

Üstelik sansürlerin çoğu.

Sandığınız gibi değil.

Yani muhafazakar saiklerle yapılmıyor.

Tam tersine.

“Malum lobiyi karşımıza almayalım” endişesi…

Özellikle dizi platformları.

LGBT tarzı tercihleri hak olarak görüyorlar.

Diyecek bir şeyim yok.

Hatta daha ileri gidip.

Her filme diziye.

Bu tarz birer çift sokuşturuyorlar…

Kendileri bilir.

Ama bu tür tercihlerin eleştirildiği.

Özellikle 1950’li yıllarda çevrilen.

Muhafazakar Amerikan filmlerinin.

Sırf bu nedenle kesik yemesi.

Ya da…

Eşcinselleri komedi unsuru gören.

1980’li yılların Hollywood’una.

Yan gözle bakılıp.

Bu tarz sahnelerin ayıklanması…

Anlaşılır şey değil.

Tercihler özgürse şayet.

İfadeler özgür olamaz mı?


———————


Bir diğer mevzu da.

Küfür meselesine ilişkin.

Eski filmlerde küfür sanılan çok şey.

Artık kaba söz bile sayılmaz.

Kemal Sunal’ın.

“Babası da oğlu da eşek” anlamına gelen sözü.

Küfürse şayet…

Yabancı filmlerde sürekli söylenen.

Genelde orijinali sansürlenmeyen.

Altyazılarda “Kahretsin” diye çevrilen şey nedir?

Dahası…

Son zamanlarda dizi platformlarına takılıyorsanız.

Görürsünüz…

Cinsellik esprilerinin en bayağı hali…

Ama yanlış anlamayın.

Onlar da dursun yerinde…

İzleyen izlesin.

Söylemeye çalıştığım.

Bu ne çelişki ya hu…


————————


Bazı kelimeler vardır.

Özellikle biz yaştakiler için.

Kötü hatıra barındırır.

Acayip sinir eder…

Bunların başında “Sansür” kelimesi gelir.

Bence hayatımızdan bir şey silinecekse.

Biplenecekse.

Bu silinen şey sansür olmalı…

Orijinale saygı gereği.

Toplum ahlakına büyük bir tehdit yoksa.

TV’lerde ve platformlarda.

Gereksiz.

Çoğu zaman da.

Komik hale gelen.

İşgüzarlık seviyesindeki.

Sansür meselesine çare bulunmalı.

Yoksa…

Hadi biz neyse de…

Yeni nesil izlediğinden bir şey anlamayacak…

15 Ağustos 2022 Pazartesi

MESUT ENİŞTE…

“Güldür Güldür Show”u izleyenler bilir.

Mesut Enişte diye bir karakter var.

Konyalı Mesut Enişte.

İstanbul’daki uzak akrabalarına.

Uyduruk vesilelerle ziyaretler yapıp.

İstenmediği ortamlarda.

Çağrılı olmadığı sohbetlere.

Tam ortadan dalıp.

Gerçek üstü hikayeler uyduran.

İzleyicilere sempatik gelen.

Sırılsıklam palavracı bir tipleme…


————


Mesut Enişte’li skeçleri izlerken.

Aklıma gerçek hayattan.

Benzer insanlar geliyor…

Ama…

Zaman aşımından dolayı.

Birisini yazmamda beis yok…

Üniversite yıllarımda.

Bizim mahalle bakkalımız böyle bir tipti.

Burada ismini değiştirip.

“Yılmaz bakkal” olarak anlatayım.

İşte Yılmaz bakkal da.

Gerçek bir Mesut Enişte’ydi…

Gençliğin acımasızlığıyla.

Mahalledeki bütün arkadaşlar.

Hepimiz onu makaraya alır.

Her türlü palavrasını.

Cem Yılmaz izler gibi.

Keyifle takip eder…

Gülmekten karnımıza ağrılar girerdi.

O ise.

Her palavrasını yuttuğumuzu sanır.

Belki de.

Anlattıklarının gerçek olduğuna kendisi de inanırdı.


——————


Bazen arkadaşlarla bakkalın yakınında toplanır.

Yılmaz Bakkal’a zarf atar.

Onun da duyabileceği.

Gerçek üstü sohbetler yapar.

Onun yanımıza gelmesini sağlar.

Benzer konularda onun ekstrem hikayelerini dinlerdik!

Mesela Mısır piramitlerinden bahsediyorsak.

Yılmaz abi dayanamaz.

Hemen konuya girer.

Burada adını yazmayacağım köyündeki.

Acayip hikayelerden bahsederdi.

Buğday hasatı yaparken tesadüfen bulduğu.

Piramiti anlatırdı!

Daha neler neler…

Bir keresinde köyündeki imamlardan söz etmiş.

Onların acayip gizemlerinden…

İmamların gizli gizli bilimle ilgilenmesinden.

Ve bunun.

NASA’nın dikkatini çekmesinden filan!

Sonrasında…

İmamlar bir bir ortadan kaybolunca.

Bizim Yılmaz abi bunları araştırmaya koyulmuş.

Bir de ne görsün…

NASA bu imamları tek tek kaçırıyormuş meğer!

İmamlara ABD’de özel çalışmalar yaptırıyormuş NASA!

Yılmaz bakkal aynı zamanda acayip bir vatansever olduğu için.

Karşılaştığı böyle bir imama.

“Neden vatanın için çalışmıyorsun?” diye sormuş.

O imamdan.

“Yarama tuz bastın dayı” yanıtını almış…

ABD’nin uzaydaki ilerleyişinin ardında.

Meğer o köyün imamları varmış…


———————


Yılmaz abiyi hiç bir sohbet konusu yıldıramazdı.

Hiç bir konudan geri kalmazdı.

Anlamadığı.

Yaşamadığı.

İçinde bulunmadığı bir konu yoktu.

Askerliğini en zorlu şartlarda.

Komando olarak yaptığını.

Binlerce terörist öldürdüğünü.

Gizli görevlere gittiğini.

Generallerin yıllarca onu tebrik için.

Evine geldiğini.

Özel görevler teklif ettiğini filan anlatırdı…

İstihbarat görevleri için.

Sık sık Avrupa’ya gittiğini söylerdi.

Dahası.

Zamanında.

Müthiş bir futbolcu olduğunu.

Amatör top oynarken.

Onu Hollanda’dan menajerlerin izlemeye geldiğini!

Galatasaray ona talip olunca.

Ayağının kırıldığını.

Transferinin yattığını filan.

Gözünü belerte belerte anlatırdı!

Bir gün yırtıcı hayvan merakından.

Evinde bir dönem aslan beslediğinden de bahsetmişti.

Komşular seslerden çok rahatsız olunca.

Köyüne götürdüğünü de anlatmıştı..


———————


Biz dinlerken.

Bazen onu o kadar gazlardık ki.

Kendisi gibi “büyük” bir şahsiyetin.

Milletvekilli adayı olması gerektiğine

Onu inandırırdık…

Sokağın ortasında.

Kola kasalarını üst üste dizip.

Onu kasaların tepesine çıkarıp.

Seçim konuşması bile yaptırmıştık…

Çekirdek çitleyerek.

Büyük bir keyifle onu izlerdik.

Tek izleyicileri de biz değildik.

Bazı meraklı ev kadınları.

Balkonlarından bu şenliğe katılırdı.

O sırada bakkala müşteri girip çıksa da.

Yılmaz abinin umrunda olmazdı.

Müşteri uygun gördüğü şeyi alıp.

Parayı masaya bırakıp çıkarken.

Nedense bakkalın önünde sürekli oturan.

Hiç konuşmayan bir emekli amcamız da.

İstifini bozmaz.

Sabit şekilde dururdu.

Onun “poker face” yapısı ise ayrı konuydu…


———————


Palavracı şahsiyetler…

Hayatımızın parçaları.

Çoğu zararsız.

Sempatik.

Ancak…

Asıl mesele.

Onların savunduğu tezlerin benzerlerine…

İnanmaya hazır insanların bulunması.

Bakın etrafınıza.

Lozan anlaşmasının.

100.yılında yürürlüğe gireceği söylenen.

Gizli maddelerinden…

Gizli atom bombalarımızdan.

Yerini bilip de çıkarmadığımız petrolden.

Topraklarımızı satın alan.

Milliyeti gizli acayip adamlardan…

Yılmadan.

Bilgi sahibi olmadan bahseden.

Ve buna inanan.

Daha fenası.

İnandıran tipler…

Yani.

Mesut Enişteler…

Yılmaz bakkallar.

Artık her yerdeler.

Daha kötüsü.

Palavracılıktan terfi edip.

Sohbet liderliğine yükselmeleri…

3 Ağustos 2022 Çarşamba

YAZ GECESİ BÜYÜSÜ


Müzik büyüdür.

Hayat çizgimizle paraleldir.

Sevdiğin şarkılar.

Yaşanmışlıklarla birleşir.

Hatıralarını esir alır.

O parçayı duyduğunda.

Geçmiş kokulara.

Anılara gidersin…


—————————


Biraz da keskin bir ifadeyle…

Benim için müzik Roxette’dir.

Grubun unutulmaz solisti.

Marie Frederiksen’in büyülü sesi…

Ağustos’tur…

Güneştir…

Albüm parçaları “Look”…

Güneşin en tepedeki anıdır…

“Spending my time” Datça.

“Joyride” Antalya’dır…

“Big Love” büyük heyecanlarım.

“Watercolours in the rain” ilkbahar…

“Things will never be the same” yaz geceleridir.

Hatta.

O gecelerin ilerleyen saatlerindeki.

Uğultudur…


—————


Teselliye ihtiyacım varsa.

İlacım “Perfect day”dir…

Mükemmel bir şey gördüğümde.

Hayranlık duyduğumda…

Aklıma “Anyone” gelir…

Kusursuzdur “anyone”.

Araba sürüyorsam.

Parça bitince radyoyu kapatır.

Başka bir parçanın “anyone”la arama girmesine izin vermem…


———————


Yalnızken “Wish I could fly” dinlerim.

Yepyeni bir şey gördüğümde.

Zihnimde “Fading like a flower” çalar…

Hassas bir ruh halindeysem.

“Vulnerable”ı tek geçerim…

“Dressed for success” cüretkardır…

Geçmişin sıkıntılı günleri.

“Crash, boom, bang”le birlikte gelir zihnime.

“I remember you” eski bir arkadaştır.

Zihnin zorlu raflarından inmeyi başarabilen…

En muhteşem parçaları ise.

Hiç tartışmasız.

“Almost unreal” dir.

Roxette’in sesi gibi.

Gerçek olamayacak kadar muhteşemdir…

Tektir.


——————————


Müzik öyle bir güçtür.

Allah’ın öyle bir mucizesidir ki.

İsveç Halmstad’tan.

Soğuğun kalbinden.

Roxette’in sımsıcak sesini çıkarabilmiş.

Ağustos gecelerinin büyüsünü.

Tüm sıcaklığıyla.

Anılarımıza işlemiştir.

Frederiksen artık bu dünyada olmasa da.

Onun sesi.

Hiç tanımadığı bizlerle.

Geçmişimizle bütünleşmiş.

Ölümsüzleşmiştir…