Büyük acılar.
Depremler.
Omzunu düşürse de.
Yaşayacaksın.
Çare yok.
İş ki.
Kaçış tünelleri bulmak.
Onlardan biri de.
Geçmişe yolculuk yapmak…
Köşemize çekilip.
Eski resimlerin içine.
Yeniden girebilmek.
Mesela...
Seiko-5 diye bir saat vardı bilir misiniz?
Çocuklar gözlerini belerterek.
Belki hiç görmedikleri halde…
Seiko 5’i anlatırlardı…
Kırılmayan camından….
Kopmayan kayışına kadar…
Neler neler…
Zamanın ruhu tabi…
————
Palaks bardaklar vardı.
Fransız malı…
Kırılmadığı öne sürülürdü…
Hatta.
Chocokella satılan bardaklar da.
O markadan olurdu…
Gerçekten kırılmaz mıydı…?
Aramızdan birisi de.
Alıp yere atmamıştı…
Belki o düşünceye aşıktık…
Efsanelerin zarar görmesini istemiyorduk….
—————
Yine….
Kasetçalardan önce…
Kartuş-çalar vardı…
Dolmuşlarda filan….
Arabanın ön kısmında.
Şöför mahalinin de üstüne monte edilir.
Adam kafasının üzerindeki alete.
Ezbere…
Elini uzatır.
Kartuşu değiştirir.
Müziği öyle bir açardı ki…
Zamane dolmuşlarının.
Aşırı gürültüsünü bastırabilsin…
Müzik son ses…
Genelde arabesk…
Kimse de rahatsız olmaz.
Daha doğrusu.
Rahatsız olmuş görünmezdi…
Zamanın ruhu başkaydı.
—————
Çikodrey marka şeker vardı…
İçinde eriyen çikolata olan…
Şimdiki bonibon gibi…
Misbonbon şekeri de…
Zamanın efsanesiydi…
Reklamı vardı.
Şarkılı filan…
Fındıklı akide şekeri.
Belki hala vardır da.
Babamın dayısı.
Her Cuma.
Mendile sarılmış akide şekerini.
Küçük kardeşime verilmesi için.
Babama teslim ederdi.
Dönemin insanı için.
Ritüeller önemliydi…
—————
BMX marka bisikletler revaçtaydı.
11 vitesli.
Hala vardır belki…
Pontiac vardı…
Amerikan otomobili…
Buick de tabii…
“Bıyık” diye okunurdu.
Altın sarısı saatler modaydı…
Bazısının kaplaması kötü olur…
Sarı-beyaz arasında.
Saçma bir renge dönerdi…
Hesap makinalısı da vardı…
Plastik aksamlı olanı da…
Plastik demişken…
Kadın ayakkabılarının plastik olanları…
Bir ara modaydı…
Önce “köylü oyakkabısı” iken…
Sonradan genç kızların gözdesi olmuştu…
Sanırım 1981 filandı…
————
Regülatör vardı…
Elektrik voltajı düzensiz geldiğinden…
Onu dengelemek için.
TV’lere filan bağlanırdı.
Televizyonların düğmesine basarsın.
İki dakika sonra görüntüsü gelir…
Böyle ahşap aksamlı.
Acayip aletler…
Bazıları.
Yoldan geçen arabanın sesini alır…
“Antenden” denilirdi…
O antenleri oynama sevdası bitmez.
Çatılara çıkılır.
Bir türlü ideal görüntüyü bulamazsın.
Çatılarda.
Çizgili pijamalı adamlar kol gezerdi.
———
80’lerin ortasına doğru.
Videoya da benzeyen.
Büyük müzik setleri…
Evlerde yerlerini almıştı…
Prestijli bir şeydi…
Kat kat olurdu…
Her katta bir şey…
Birinde ekolayzer vs….
Tiz ayarı filan…
Ne kadar çok katlı olursa…
O kadar havalı!
Hoparlörleri kocamandı…
Arabalarda da vardı…
Arka cam önüne…
Görüşü engelleyecek şekilde…
Dev hoparlörler konurdu…
Böyle düğün salonundakiler gibi…
———
Okul beslenme çantaları daha ilkel…
Kapağındaki kopçaları hep bozulur.
Koparsa eziyet.
İçindeki yiyecekler.
Bir anda yere dökülür…
Bunun için.
Yedek kopça satılırdı…
Öyle kolay kolay.
Yeni beslenme çantası alınmaz.
Bozulan yerleri…
Kopçası, sapı filan.
Değiştirilir.
Mutlu mesut yaşanılırdı…
Suluklar su sızdırır.
Zaten çok dayanmaz…
Ders arasında tuvalette.
Musluğa ağzımızı dayar.
Su içerdik…
Şimdiki çocuklar gibi.
Sürekli hasta olur muyduk?
Emin değilim.
Sanmıyorum...
———
En başta saatten bahsettik de…
Bu kuşak bilir mi emin değilim.
Biz çocukken kurmalı kol saatlerimiz vardı.
Bir gün kurmazsan…
Sonraki gün dururdu..
Otomatik saatler sonradan çıktı.
Kinetik enerjiyi.
Normal enerjiye çeviren.
Salladıkça.
Kendi kendine kurulan…
Eğer hareketsiz şekilde kalırsa.
Mesela.
Evde unuttuysan.
Çaresiz...
O da dururdu.
Sonra Quartz pilli saatler çıktı…
Hayret etmiştik duyunca.
Böyle yıllarca bitmeyen pil.
Nasıl olur diye…
————
Kocaman yassı piller vardı…
El fenerlerinde.
Radyolarda filan kullanılırdı.
İçini açınca…
Aslında basit bir tertibatla…
Üç kalem pilin birleştirilip.
Öyle yapıldığını görürdün…
Yassı pil bitince.
Çöpe attırmazdım…
Her seferinde.
Mutlaka açar bakardım…
Hatta o üç pili tek tek çıkarırdım…
Bazen erimiş olurlardı…
Böyle yapış yapış…
Eskiden…
Kalem pilin büyüğü orta pil…
Onun da büyüğü en büyük piller vardı…
Bizim evdeki radyo.
Altı büyük pille çalışırdı.
12 Eylül 1980 darbesi olduğunda.
Babam sabah beni bakkala göndermiş.
O pillerden almamı istemişti.
Herkes darbe bildirisini.
Kenan Evren’in söylediklerini merak ediyordu.
İnternet yok.
Gazete çıkmamış.
Televizyonda gündüz yayını yok.
Tek çare.
Radyo...
Onun çaresi ise…
Altı tane kocaman pil.
Birisinin kafasına atsan.
Mazallah…
—————
Arabaların önlerinde sonradan eklenen.
Tamponlara tutturulan.
Yuvarlak sis farları vardı…
Hatta o sis farlarının.
Deri benzeri bir giysisi de olurdu…
Farı onunla giydirir.
Alttan sarkan ipleriyle bağlardın…
O deri giyside…
Yarış pistlerindekileri andıran.
Garip işaretler olurdu…
Bildiğin halk tipi arabaya…
Yarış arabası havası verirdi…
Sözde sis farını koruması içindi.
Ama aslında…
Fiyaka meselesiydi…
———
Sokak kasetçileri vardı…
Adam lahana satar gibi…
Kaset satardı…
Bir de kasetçaları vardı.
Mahalleleri inleterek gezerdi…
Evlerde kasetlik diye bir zamazingo vardı.
Böyle döner mekanizması olan…
Daire şeklinde…
Parmağınızla döndürür.
İstediğiniz kaseti.
Bulmaya çalışırdınız…
Havası civası vardı işte…
———
Renault 12 arabaların.
Kaloriferlerinin yetersiz olduğu düşünülür.
Bazıları Konya’ya götürüp.
Arabalara kalorifer taktırtırdı…
Neden Konya?
Sanırım işin tekniği oradaydı…
Zaten sıfır araba alırsan…
Önce düşemeciye…
Sonra paspasçıya…
Sonra da teypçiye gitmen lazımdı…
Çünkü araba çırılçıplak satılırdı…
Bazıları hemen teyp taktırmaz…
Arabanın teyp bölümünü.
Öylece boş tutardı…
Böyle kablo filan sarktığı da olurdu oradan…
————
Şimdiki nesiller gazyağını bilir mi?
Belki gaz lambalarından bilirler…
Ama benim anlatacağım.
Vezüv marka sobalar…
Evlerde değil de.
Daha çok dükkanlarda olurdu…
Gazyağı ile çalışırdı bu sobalar.
Ortamı gaz kokuturdu...
Bir çok kişi rahatsız olsa da.
Bence enfes bir kokuydu…
Benzin kokusunu da severdim.
Hayatım boyunca hiç içmediğim.
Sigaranın kül kokusunu da…
Sigara deyince…
O zamanlar.
Neredeyse her ev dumanaltı…
Büyükler söndürmeden sigara içer.
Hele kış günüyse.
Camlar bile açılmaz…
Teklif eden olursa…
“Çocuklar üşümesin” denirdi…
Bulut tabakası içinde yaşardık adeta…
———
Semaverler hala yaşıyor da….
Biz küçükken.
Sadece kömürlü olanları vardı…
Elektriksiz...
Ortada bir kömür haznesi olurdu…
Oraya yakılmış meşe kömürü konulurdu…
Kömürlü semaverlerin.
Çayının daha lezzetli olduğu varsayılırdı.
Bakır tenceredeki yemeğin.
Daha lezzetli olduğuna.
İnanmak istediğimiz gibi.
O çayın daha iyi olduğuna inanırdık…
———
Saatler geçmişin tanığı…
Bu yüzden sık sık dönüyorum oraya…
Mesela.
Elektronik kol saatleri yeni çıktığında…
Onlara hastaydım.
Böyle yetersiz ışıkları vardı…
Köşeden
Eğreti tutturulmuş gibi yanan…
O mikro ampul.
Bazen köşeden sarkardı.
Pil azalınca.
Titreyerek yanardı.
Ama karanlıkta yakarsan.
Böyle sinemada filan…
Hava atmış gibi hissederdin…
Bazı elektronik saatlerde.
Kadranın üstünde çizgi çizgi bir bölüm olurdu.
Aslında güneş paneliydi de.
O zaman yeniydi.
Bilmezdik.
Güneş enerjili saat denirdi…
Pili doldurmaya yaradığı öne sürülürdü…
Güneşe tutunca.
Pilin daha uzun gittiği varsayılırdı…
———
Alarmlı saatler vardı.
Her saat başında…
Sinir bozucu bir uyarı yapardı.
Sahibi o uyarıyı hiç kapatmazdı!
Çünkü isterdi ki…
Ortamlarda çalsın.
“Dııt dııt” etsin.
Sen de her seferinde…
“Haa saat 4 olmuş” diyebilesin…
Bazı elektronik saatlerde.
Ülke saatleri vardı…
“Amerika’da saat kaç?”
O an öğreniyorsun.
Ve arkadaşına söyleyip.
Hayret ediyorsun…
Oysa.
Yedi ya da sekiz saat geriye.
Kendin de gidebilirsin.
Ama yok.
Oraya bakıp.
Oradan söylersen.
Güzel hissettirirdi…
Hayatımıza katkısı ise…
Düşündüğünüz gibi tabii…
Bir de kronometreli olanları vardı.
Hiç unutmuyorum.
1983 Atletizm şampiyonası…
Finlandiya’daydı…
Atletler koşunca.
TV’deki kronometrenin yanında.
Ben de saatimde kronometreyi açardım…
İkisi arasında.
Ne kadar fark var.
Bulmaya.
O kronometreye.
Yakınlaşmaya çalışırdım.
Neden?
Bilmiyorum.
Ama iyi hissettirirdi…
————
Nostaljiye devam da..
Çok sert bir geçiş yapacağım…
Sokakta salatalık soyup satan adamlar vardı…
Salatalıkçı da iş yapardı.
Limonatacı da.
Sucu da….
Adam elindeki bidondan.
Bir bardağa su doldurur.
Onu satar…
Bir sonraki müşteriye de.
Aynı bardakla…
Bazen çalkalayıp.
Bazen çalkalamadan su verirdi…
Evde buzdolabında dondurduğu su…
Eriyene kadar…
Yazın bayağı iş yapardı…
Bardağın temizliğini.
Sadece ben mi sorgulardım kafamda?
Bilinmez...
Malum.
Öyle pet şişe sular filan yok…
Çaycılar her sokakta vardı sanki.
Susuzluğun olduğu dönemde.
O bardaklar nasıl yıkanırdı?
Ama görmüştüm bir kez…
Birine azıcık su doldurup.
Bardak ısıtıyormuş bahanesiyle.
Aynı suyu diğer bardaklarda gezdirip…
Neyse burayı uzatmayayım…
Kötü çünkü…
Yolculuğa devam.
Arabalar dünyasıyla…
————
Ford Granada diye bir araba vardı.
Şimdilerde de tek tük görüyorum.
Acayip amortisörleri vardı…
Yaylanırdı böyle…
Bana yatak gibi gelirdi…
Hem yatak…
Hem de basketbolcuların.
Geniş.
Taraklı ayakları gibi…
Amcamın vardı Granada’sı.
Konforu enfesti…
Çukura düşsün diye dua edersin.
O derece…
Öyle bir yaylanır ki…
Terapi gibi…
Ford’un aynı görünümlü iki arabası vardı…
Birinin arkasında Granada.
Diğerinde Consul yazardı…
Tepeden tırnağa aynıydı da.
“Granada iyi, Consul kötü” denirdi…
İyi neden iyi?
Kötü neden kötü?
Bilinmez….
“Özal iyi çevresi kötü” dendiği günlerdi…
———
Skoda kamyonetler…
Dönemin nakliyecilerinin vazgeçilmeziydi…
Tekerleri içe dönük.
Yampiri dururdu…
Bu yüzden.
Bacağı çarpık olanlara…
“Skoda bacak” denirdi…
Yıllar sonra Tempra araçlar üretildiğinde…
Bagaj şeklinden yola çıkarak.
Kibirli insanlara da…
Tempra denilmeye başlanacaktı….
Fiat BİS araçlar da bir fenomendi…
Hala var bazı yerlerde.
Ufacıktı.
İki türü vardı…
Havalısı kötü…
Sulusu iyiydi…
İlanlarda “Sulu Bis” yazardı…
Sulu neden iyiydi?
Bilmezdim…
———
Yine radikal bir geçişle devam…
Bilir misiniz?
Delikli çay kaşıkları vardı…
Neden delmişler?
Muamma...
Altın yaldızlı çay bardakları…
Ortasında bir şerit olan…
Küp şekerler.
Çaya atarsın.
Kıtlama da yaparsın.
Hala var mı onlardan?
Bilinmez…
Büyüklerimiz.
“Küp şeker dört şeker yerine geçer” derdi…
Ama bakardın.
En fazla iki şeker ederdi…
“Deplasmanda atılan gol iki gol” efsanesi gibi.
Ama sorgulamazsın da.
Üzerine düşmezsin pek…
Çay demişken…
O dönemler…
Çaya karbonat katılırdı.
Kahveciler tarafından.
Daha koyu yapardı.
Zararlı mıydı?
Bilmiyorum.
Ama görüntüsü güzel.
Tadı sertti…
———
Kış gecelerinin değişmezi.
Bozacılar vardı…
Dondurucu soğukta.
Nedense.
Gecenin geç saatlerinde.
Üstelik bağırarak satarlardı…
Evin küçüğüydüm ya…
Ben alırdım…
Elimde bir tencere…
Adamın elinde bir bidon boza…
Bir de çelikten yapılmış litre…
Kaç liralık istiyorsan…
Litresini ona göre ayarlayıp…
Senin tencerene dolduruyor…
Tadını çok sever miydim?
Emin değilim.
Ben sadece o ritüele hastaydım…
———
Kışlık paltoya…
Gocuk denirdi…
Nefti yeşil böyle…
Büyüklerimiz derdi zaten…
İçine kalın kalın kazaklar giyerdik.
Sobalı ortama girer girmez.
Gocuğu çıkarman istenirdi…
“Yoksa dışarda üşürsün” denirdi…
Hala diyenler var…
Şaman geleneği mi?
Bilinmez…
——
Evlerde ısıcamlar filan yok o dönemler…
Camlar incecik…
Böyle parmağınla bastırsan esner…
Biraz daha sert bastırsan parçalanır…
Denemişliğim var…
Hatta küçük taşlarla.
Komşuların camlarını kırmışlığım…
Cam kırılınca.
Mahallenin camcısı gelir.
Güzel bir ritüelle.
Elmas dediği kesiciyle.
Camı keser.
Yerine tutturur.
Sağlamlaştırmak için de.
Her bir tarafına.
Kahverengi macun çekerdi.
Ben büyüklerimin haberi olmadan.
O macunu yerinden çıkarır.
Misket gibi yapar.
Oynardım…
Sonra yine yerine takardım.
Kimse anlamazdı…
Camlar bildiğin elek…
Zaten incecik.
Hem soğuk geçirir.
Hem yağmur…
Zaten camın önündeki beton kısımda da.
Ortada bir ark olur…
Dışardan gelen su orada birikirdi…
Yağmur çok yağarsa…
Orası da taşımaz…
Evlerin içine su akar…
Oraya kuru bez konur.
O bez suyu toplardı…
————
Şimdiki çocuklar bilir mi?
Emin değilim de….
Okul defter ve kitapları kaplanırdı…
Kaplama kağıdı.
Ayrıca satılırdı…
Yanılmıyorsam kaplamak zorundaydık da…
Ben yapamaz.
Ablalarımdan rica ederdim…
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Anlamsız gelirdi.
Öğretmen ister.
Ben de anneme yaptırırdım…
Kızlar kalemlerinin üzerine ipli süs takardı…
Silgiler yuvarlak olur.
Ortasındaki delikten.
Boyunlara asılırdı ki.
Kaybolmasın...
Bazı ithal silgiler vardı.
Japon malıydı sanırım.
Kokulu olurdu…
Tadı güzeldi.
Az az.
Ucundan yerdim.
Kimse bilmezdi…
————
Ve dönemin esnafı….
Bakkallar ayrı alem…
Peynir alırsın…
Tertemiz (!) elleriyle keser.
Avuçlayıp.
Güzelce tartarlardı…
Tam gramajı tutturana kadar da.
Parmaklarıyla didik didik edip.
Senin paketin ile…
Hazne arasında.
Al-ver yaparlar…
Sonra da.
Paketlerlerdi…
Aynı eller.
Yıkanmadan.
Belki bin kez kullanılmış.
Bu yüzden kapkara olmuş bir beze silinip.
Sonra da.
Demir para dolu keselere dalardı…
Paralar ayrı alem…
Genelde cüzdan yok.
Paralar rastgele ceplerde..
Her şeyin avuçlandığı bir dönemdi…
Aklımıza hijyen gelmezdi…
Kelime olarak hijyen hayatımızda mıydı?
Ondan bile emin değilim…
Bisküviler paketsiz…
Kesekağıdına doldurulur.
Bakkal amca ya da abi…
Tartar öyle satar…
Para üstü yerine bazen sakız.
Bazen “Gripin” alırdın.
Sorgusuz sualsiz…
Bir de “parmak çikolata” vardı…
Aman Allahım…
Muhteşem bir lezzetti…
Hala damağımda.
Pralinli olurdu…
Böyle yaldızlı kağıda.
Alüminyum folyo benzeri de.
Renkli bir şeye sarılmıştı…
İçinde de.
Bir parmağımız büyüklüğünde…
Çok güzel bir çikolata…
Yavaş yerdin ki.
Hemen bitmesin…
Büyük çikolatalardan pahalıydı…
Çok yoğun tadı vardı.
Doyamazdım.
Onun fiyatı neden beş liraydı da….
Kocaman gofretlerinki iki liraydı…
Bu haksızlığa isyan ederdim!
—————
Sokaklar daha güvenliydi…
Çelik kapı yoktu zaten.
Hepsi tahtadandı…
Böyle omuz atsan içeri gireceğin.
Apartman kapıları bile kilitsizdi…
Çatkapı.
Haber vermeden misafirliğe gidilir…
Kapıyı açınca…
Telefonu çalmış gibi…
Arayanı karşınızda görürdünüz…
Çevirmeli telefonlar var.
O da bazı evlerde…
Telefonun üzerinde de.
Mutlaka örtü olurdu.
Çünkü.
Zırt-pırt sohbet edilmemesi gerektiği.
Anlaşılsın diye…
Tabi bu benim yorumum.
Dakika başı telefon sohbeti olmazdı yani.
Şehirler arası görüşme yapacaksan.
PTT’yi arayıp.
Yazdırır ve sıraya girer.
Bir saat kadar bekler.
Seni aramalarıyla.
Bazen hışırtılı da olsa…
Çok uzatmadan konuşurdun.
Şehirler arası görüşme.
Hele hele.
Yurt dışı görüşme…
Büyük işti…
Paralel telefon hatları olurdu.
Bizim evde vardı mesela.
Arkadaşımla konuşurken.
Annem dinler miydi?
Arada kontrol etmişliğim var…
———
Nostalji güzel.
Ağrı dindirici…
Uzatsam uzar…
Sabaha kadar gider.
Zaten plansız yazdım.
Bilinçli olarak.
Tasnif de yapmadım.
Gittim geldim…
Tesadüfi zaman yolculuğu olsun diye.
Maksat.
Hafızamız biraz silkelensin de…
Unuttuğumuzu.
Aslında.
Zaten bizim olanı hatırlayalım.
Zira...
Geçmişimiz de.
Hayallerimiz de.
Bizim ayrılmaz parçalarımız…
Yaşadığımız…
Ve hafızamız sağlam olduğu sürece…
Hep yanımızda olacaklar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder