15 Ağustos 2020 Cumartesi

ACI BAL...

 ACI BAL...


Üsküp yakınlarında bir köy.

Elektrik yok.

Doğru dürüst yol yok.

Hastane, okul.

Hiç birşey yok.

Neredeyse.

Yokluğun başkenti.

Yatalak annesine bakan yaşlı Hatice.

Ağaç kovuklarından.

Taşların arasından.

Dağlardan bal toplayıp.

Üsküp’te satıyor.

Kendisi bir deri bir kemik.

Bal var sadece.

Bir de ineklerin sütü.

Balı köpekleri de yiyor kendi de.

Bir evi var ki görmelisiniz.

Daha çok mağara.

Nem...

İzlerken sizin gözlerinizi yaşartıyor.

Doksan yaşlarındaki annenin yüzünün yarısını ise.

Ne siz görün.

Ne ben anlatayım...

Ama o enfeksiyon nasıl kurur?

Onunla nasıl mücadele edilir?

Her şeyle savaşan Hatice.

Nasıl ayakta kalır...

***

Bitişik komşu.

Beş çocuklu ve hayat savaşı veren Hüseyin.

Kırık Türkçeleri ile çok sempatik bir aile.

Ama.

İki ailenin çekişmesi.

Arıların ölmesi.

Kovanların yakınlığı.

Sürtüşmeler?

Yokluk savaşı.

Çocukları sokan arılar.

Dereleri varillerle aşıp.

Öbür uçtaki tomrukları getirmek için.

İnanılmaz bir başka mücadele.

***

Bütün bunlar.

Makedonya’da geçen bir hikayeden.

Rus yönetmenin ‘Bal Ülkesi’ belgesel filminden...

100 günde çekilmiş.

Böcek kameralarla.

Yani.

Oyuncular aslında kameraları unutmuş.

Yani tamamı gerçek.

Yani kurmaca yok.

Tıpkı bizim hayatımızda olmadığı gibi.

O filmi ne kadar anlatsam da.

İzleyip size dokunmasını sağlamalısınız.

Başka türlü olmaz.

Size nüfuz etmeli...

Sonra da.

Kendi hayatınızdaki dertleri ve tasaları.

Belki ekonomik güçlükleri.

Oradaki trajedi ile karşılaştırmalısınız.

Belki pahalılık yüzünden daha az aldığınız şeyleri.

Döviz kurunu.

Belki çocuğunuzun özel okul masraflarını.

Pandemi nedeniyle evlerde kalışınızı.

Telefonsuz beş dakika duramayışınızı.

Sıkılışınızı...

Tatile nereye gideceğinizi...

O köydeki bir deri bir kemik insanların aksine.

Fazla kilolarınızı atmak için yaşadığımız endişeyi...

Lale devrinden kalan radyosu çalışsın diye.

Tencereyi barakanın üzerine asan Hüseyin bir tarafta.

Bir tarafta da.

İnterneti azıcık yavaşlayınca mosmor olan bizler.

Bütün nimetleri tüketip.

Şükretmeyen bizler.

Ve o insanların inanılmaz tevekkülü.

Nasıl bir çelişki Allahım.

İnsan nasıl bu kadar nankörleşebiliyor?

Bir film nasıl bu kadar güzel anlatır?

Yaşadığımız cennetin farkında olmayışımızı...

Nasıl büyük gaflettir?

Binlerce şükretmeyişimiz...

Ben meslek gereği.

Balkanlar’da çok gezdim.

Her gittiğimde ellerim kollarım dolu geldim.

Mutlaka bal da getirdim.

O muhteşem doğanın.

Eşsiz lezzeti saklıdır o ballarda.

Ama belli ki.

O dağlardaki sessiz çığlıklar.

Hatice’nin dayanılmaz mücadelesi.

Alın teri.

O yaşlı annenin.

Dağların.

Adeta haykırışı...

Kahvaltı soframızı tatlandıran.

Küçücük bir şey belki.

Ama arkasındaki dram.

Acı.

Hem de çok acı.

Çok ağır geldi çok...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder