Nostalji yazılarını
severim.
Hele yazarı
gazeteciyse.
Bayılırım.
Konu
meslekse üstelik.
Yeme de
yanında yat...
Ben de buna
niyetlendim.
Becerebilirsem
şayet…
Sizleri.
Geçmişin
gazeteciliğine.
Televizyonculuğuna
götüreceğim.
***
1990’ların
başındaki medya büroları ile.
Şimdikilerini
kıyaslamak zor.
İyidir,
kötüdür kısmında değilim.
Karikatürize
edelim.
Yargılamayı
siz yapın.
Eski medya
bürolarında ne olurdu?
Sabah
erkenden büroda olunur.
Ama…
Çok
erkenden.
Çünkü bütün gazeteleri okumak lazım.
Okumazsanız.
O gün
başlamaz.
Zira
internet yok.
Gazeteyi kapıp okuyacaksın.
Önce okumak da önemli.
Herkesin
okuması için hızla el değiştirir.
Sonra da.
Vakit
kalırsa.
Köşe
yazılarına bakılırdı.
Gazetelerde
daha çok.
Atlanan
ve atlatılan haberler takip edilirdi
Gazeteleri
iyi takip eden muhabir.
Gündem
toplantısına daha donanımlı girer.
Yapacağı
yeni haberin.
Kimse
tarafından akıl edilip edilmediğini de görmüş olurdu…
Televizyonlar
bazen bugünkü gibi.
Gazete
haberlerini kendine uyarlasa da.
Aslen pek
makbul bir şey değildi bu…
İnternetin
adı bile duyulmamış.
Cep telefonu
bürolara girmemişti.
Çağrı cihazı
olan kemerine takar.
Bir lüks
gibi sergilerdi.
Gazete
bürolarının telsizleri adeta nal gibi.
Çantamızda.
Kameraman
arkadaşların.
Çok
fonksiyonlu yeleklerinin.
Kocaman
göğüs ceplerinde gezerdi.
Antenler
dışarda olacak tabi…
Uzaktan bir
kız gören bazı arkadaşlar.
Telsizle
konuşup hava atmaya çalışırdı!
Medya görev
araçları standarttı!
Yüzde
doksanı beyaz şahindi.
Arabalar Başbakanlığın
içine kadar girebilir.
Bazen
bakanların çıktığı merdivene kadar yanaşır.
Makam
araçları arkadan selektör yapardı!
Biz malzemelerimizi
indirirken.
Bakanların
yanımızdan geçtiği.
Bize laf
attığı olurdu!
***
Tripodlar
dev gibiydi.
Muhabirin tripod
taşıyanı.
Güçlü
kuvvetli olanı.
Kameraman
gözünde makbuldü.
Zavallı
kameramanlar.
O günlerde
devasa büyüklükteki.
15 kilo
ağırlığındaki.
Dev
kameraları taşır.
Kamera kadar
ağır Anton Bauer aküleri de unutmamalı…
O kameraları
omuzlarına alıp.
Seçim otobüsünün
üstüne çıkar.
Mitingi
baştan sona.
Üstelik
tripodsuz çekerlerdi.
Görüntü
atlasan tekrarı yok.
Ama insanlık
hali.
Atlanırdı…
Maçta gol
atlayan kameraman vardı…
Kameradan
kameraya aktarma şansın da yoktu…
Zor işti zor…
***
Süper VHS
sistemli.
IKEGAMİ
isimli bir kamera vardı ki.
Kameradan
çok.
Ayakkabı
boyacı sandığını andırırdı.
Hi-8 denilen
ve…
8 saniyede
zor kayda giren kameralar da tabi…
Montaj
stüdyoları birkaç odayı dolduracak ekipmana sahipti.
Şimdiki gibi
bir laptop ile olmuyordu işler.
Her
kameramanın çantasında zarf olur.
Sürekli bir
yerlerden büroya kaset postalanırdı.
Başbakanlık
ve Cumhurbaşkanlığında sabahtan akşama nöbet tutulur.
Merdivenlerde
beklenilir.
Girenler
çıkanlar.
Sürpriz
misafirler takip edilir.
Sürpriz
haber kovalanırdı.
***
Kameramanlar
kamera saplarını elektrik bandıyla sarar.
Gazete
muhabirlerinin, mini kasetli kayıt cihazları olur.
Bazılarınınsa.
Walkman
misali.
Dev
teyplerini siyasilere uzattığı görülürdü.
Telsiz
mikrofon henüz bize ulaşmamıştı…
Mikrofonların
kabloları özenle sarılır…
Bazıları tam
iş anında bozulur.
Hemen yedek
olanı çıkarılırdı…
Telsiz
mikrofonların ilk versiyonu ile tanıştığımızda.
Bir devrim
gibi gelmişti önce…
Ucunda birkaç
santimlik kablo…
Domuz
kuyruğu gibi…
Havalıydı.
Ama
kullanımı riskliydi.
Ortamda
siyasi çoksa…
Telsiz
mikrofonun frekansları ile…
Korumaların
telsizleri karışır.
Bazen bütün
mikrofonların sesi.
Birbirine
girerdi…
Çık içinden
çıkabilirsen.
Bazen en
önemli ses.
Güme giderdi…
***
Kameraman
malzemeleri bildiğin kamp çantasında…
Eksiksiz
olmalı.
Cevat Kelle
gibi…
Ama hepsi
zeki arkadaşlar..
Ani çözüm
üreten zekaya sahiplerdi…
Bazı
partilerde basın toplantıları oval masa etrafında yapılır.
Refah
Partisi öyleydi mesela.
Doğal
olarak.
Tripod
kullanmak zor.
Çözüm tam
Türk işi.
Aslında
dahiyane…
Kameraman
masaya oturur.
Cebinden
cüzdanını çıkarır.
Masaya
koyduğu kameranın ön kısmının altına.
Hafif bir
yükseltici olarak cüzdan koyar.
Basın
toplantısını baştan sona çekerdi…
***
Kameramanlarının,
foto muhabirlerinin.
Bazen
muhabirlerin de.
Mutlaka
yelekleri olur.
Banana
marka.
Onlarca cebi
vardır.
Her şey
konur.
Foto muhabiri
film rulolarını koyar.
Malum.
Dijital
makinalar yok.
Filmler
banyo edilecek.
Kameramanların
yeleklerinin ceplerini görmeyin gitsin.
Ne ararsan.
Selobant.
Kaset.
Kablo.
Mini
mikrofon.
Bazen.
Uzun işler
için yiyecek, sandviç vs…
****
İşe gidenin
dönmesi zor.
Bazen gececi
devralır.
Bazen.
Allah ne
verdiyse.
Gece kaçta
biterse…
***
Gazete ve
televizyon bürolarında daktilo da olur…
Bilgisayarlar
bugünkü gibi değil.
Tüplü
televizyon kadar.
Her büroda
iki üç tane sadece…
İşlevini ne
siz sorun ne biz söyleyelim…
Sadece yazı.
Ve yazıcıya
gönderme…
O da arıza
yapmazsa…
Daktilolar ise
kurtarıcı.
Alternatif
olarak tutulurdu…
****
Televizyonların
ana haber bülteni saatlerinde.
Tüm büro
hazır bulunur.
Sadece kendi
bültenlerini değil.
Rakip
kanalları da dikkatle takip ederlerdi.
Biraz da
stresle…
Haber atlama
ve atlatma.
Büyük bir
haz.
Bazen de.
Stres
kaynağıydı…
***
Haberler
İstanbul büroya faks ile geçilirdi.
Mail diye
bir şey yoktu zira.
Faks cihazı
çok stratejikti.
Bazen
yanında yatılır…
Çay kahve
içilecekse.
Birisi onun
yanına konuşlanır.
Faksa
bakarak çayını yudumlardı.
İstihbaratların
çoğu fakstan alınırdı.
Bütün bakanlıklar,
kurumlar.
Haberlerini
faks ile gönderir.
Telefonla da
arayıp.
İstihbaratı teyid
ederlerdi.
Faks
kağıdının bitmesi.
Sorumlusu
için affedilmez hataydı.
AA’nın
haberleri teleks ile gelir.
Teleks kağıdı,
hızar benzeri kesici ile kesilir.
Masada
yanımızda dururdu.
****
Ankara
dışına çıktığımızda.
Cep telefonu
olan bir arkadaş yoksa, ki genelde olmazdı.
PTT şubesi
bulunur.
Telefon
kuyruğuna girilir.
Haberler
telefonla yazdırılırdı.
Haberi
kağıda dökmeden.
Direkt
nottan yazdıran muhabir makbuldü…
Televizyonlar
için.
Taşradaki PTT’lerden
görüntülü link geçmek.
Acayip
havalı.
Ama çok
maliyetli bir işti.
***
Ankara ve
İstanbul dışında.
Yani
taşrada.
Siyasi liderler
konuşma saatlerini dikkatle ayarlar.
Televizyonlarının
ana haberlerine yetişmesi için gayret ederlerdi.
Haber kanalı
yoktu…
Bugünkü gibi
canlı yayın imkanı.
Frekans
verme durumu da yoktu tabi…
Kasetler
zarflanır.
Partilerin.
Ya da
Başbakanlığın belirlediği bir eleman.
Ya hava
yolu.
Ya kara
yoluyla.
Bültenlere
bir saat kala Ankara’da olmak için topuklardı…
Bugünkü gibi
kartlı kameralar yoktu.
Hi-8,
BETACAM kasetler…
Koca koca 90’lık
arşiv kasetleri…
Bazılarımız
bilir.
Yumatik
denilen.
Bugünkü
kameralardan bile büyük kasetler vardı…
Görüntüsü çamur
gibi olsa da.
Bize iyi
görünürdü…
Özellikle
haberimiz yetişip.
Ana habere
girmişse.
Bir taşra
lokantasında izlemek.
Paha
biçilemezdi…
***
İnsanlar
medya çalışanlarına karşı daha hoşgörülü.
Sokak
röportajları kolaydı…
Arkadaşlarımız.
Bugünkü gibi
itilip kakılmaz.
El üstünde
tutulurdu.
Dükkanların
içine kameralarla dalar.
Zorla çay
içirmeden de uğurlamazlardı.
***
Yurt dışına
çıktığımızda.
Cebimizde
tomarla dolar ve mark olur.
Pazarda gibi
harcardık…
Çünkü kredi
kartı dışarda kullanılmaz.
Otel
rezervasyonları telefonla yapılır.
Paralar
nakit ödenirdi…
****
Kahvaltılarımız
genelde poğaça ve çaydı.
Çorba da
revaçtaydı…
Günün ilk
gazeteleriyle iyi giderdi…
Öyle açık
büfeler.
Çok çeşitli
kahvaltılar filan.
Bilinmezdi…
Ya da.
Lüks
otellere özgü yeni bir şeydi…
***
O
dönemlerde.
Bir protesto
geleneğimiz vardı.
Bazen
abartırdık.
Ama vardı.
Mesela…
Bazı
siyasiler programlarına gecikince.
Bazı meslektaşlarımız
karar alı.
Toplantıyı
beklemez.
Protesto
edip.
Görev yerini
terk ederdi.
İşin
muhatabı siyasetçiye haber gidince.
O adam ya da
kadın.
Arkadaşlarımızı
ikna için.
Arabaya
binmeden yakalar.
Bin bir
özürle ikramda bulunur.
Gazetecinin
gönlünü alır.
İçeri davet
ederdi…
***
Hiçbir şey
güllük gülistanlık değildi tabi.
Biz gençtik.
Güzel
kalmıştı aklımızda.
Oysa.
Acayiplikler
yok muydu…
Utanılacaklar…
Olmaz mı…
Mesela…
Koalisyondaki
bir iktidar partisi.
Yılbaşında.
Kendisini
takip eden muhabirlere.
Hediye giyim
çeki göndermişti…
Bugünkü gibi
sosyal medya olmadığından.
Dedikodular başka
türlü ayyuka çıkmış.
Bazıları
çekleri iade etmek zorunda kalmış…
Bazıları ise…
“Beni
unuttunuz” diye partideki yetkiliyi aramış!
Çekini
istemişti…
“Bana az
gelmiş” diyenini ise…
Şüphesiz
ayrı bir yere koymalı…
Bunları da
gördük yaşadık…
Dahası…
Bir
muhalefet partisi.
Daha doğrusu
genel başkanın eşi…
Yılbaşında
bazı muhabirlere hatıra altın göndermiş!
Bazılarına
ise.
Gümüş
şekerlik.
Artık kim muteber
kim değil anlaşılsın diye belki.
Ama kimseyi
es geçmemiş…
Dönemin
tanıkları yaşıyor.
Altınları
kimler iade etti?
Kimler
sessizce aldı?
Bilen abilerimiz,
ablalarımız.
Akranlarımız
var kuşkusuz…
Bu bize
yeter…
O günlerin
övünülmeyecek bir ayrıntısı da.
Köle
stajyerlik kavramıydı.
Yıllarca
süren.
Maaşsız.
Kadrosuz.
Bir
stajyerlik.
Bazen umut
ışığı var.
Bazen yok.
Ama yıllarca
devam…
Anlı şanlı
kurumlarda bile…
Gönüllü
kölelikti adeta…
****
Bugün çok
uzattım farkındayım.
Daha da
gider.
Ama bir
yerde kesmeli.
Sadece son
bir şey.
Yaşanmışlıklar.
Anılar.
Hepsi büyük
zenginlik.
Ama daha da
kıymetlisi.
Çeyrek asırlık
dostluklar.
Bu anıları
birlikte yaşadığımız.
Güzel
insanlar.
Belki bir
kısmı aramızda olmayan.
Eski
meslektaşlar…
Güzel gunler. Yüreğine sağlık. Kamerası ayrı kayıtçısı ayrı kameralar, kocaman ışıklar...
YanıtlaSilMuhabirlerin kameramanlarin geç gelen siyasetçinin karşısında kameraları yere ters bırakması... Güzel hatıralar.