25 Ağustos 2020 Salı

ESKİDİĞİNİ BİLMEK...

Nostalji yazılarını severim.

Hele yazarı gazeteciyse.

Bayılırım.

Konu meslekse üstelik.

Yeme de yanında yat...

Ben de buna niyetlendim.

Becerebilirsem şayet…

Sizleri.

Geçmişin gazeteciliğine.

Televizyonculuğuna götüreceğim.

***

1990’ların başındaki medya büroları ile.

Şimdikilerini kıyaslamak zor.

İyidir, kötüdür kısmında değilim.

Karikatürize edelim.

Yargılamayı siz yapın.

Eski medya bürolarında ne olurdu?

Sabah erkenden büroda olunur.

Ama…

Çok erkenden.

Çünkü bütün gazeteleri okumak lazım.

Okumazsanız.

O gün başlamaz.

Zira internet yok.

Gazeteyi kapıp okuyacaksın.

Önce okumak da önemli.

Herkesin okuması için hızla el değiştirir.

Sonra da.

Vakit kalırsa.

Köşe yazılarına bakılırdı.

Gazetelerde daha çok.

Atlanan ve atlatılan haberler takip edilirdi

Gazeteleri iyi takip eden muhabir.

Gündem toplantısına daha donanımlı girer.

Yapacağı yeni haberin.

Kimse tarafından akıl edilip edilmediğini de görmüş olurdu…

Televizyonlar bazen bugünkü gibi.

Gazete haberlerini kendine uyarlasa da.

Aslen pek makbul bir şey değildi bu…

İnternetin adı bile duyulmamış.

Cep telefonu bürolara girmemişti.

Çağrı cihazı olan kemerine takar.

Bir lüks gibi sergilerdi.

Gazete bürolarının telsizleri adeta nal gibi.

Çantamızda.

Kameraman arkadaşların.

Çok fonksiyonlu yeleklerinin.

Kocaman göğüs ceplerinde gezerdi.

Antenler dışarda olacak tabi…

Uzaktan bir kız gören bazı arkadaşlar.

Telsizle konuşup hava atmaya çalışırdı!

Medya görev araçları standarttı!

Yüzde doksanı beyaz şahindi.

Arabalar Başbakanlığın içine kadar girebilir.

Bazen bakanların çıktığı merdivene kadar yanaşır.

Makam araçları arkadan selektör yapardı!

Biz malzemelerimizi indirirken.

Bakanların yanımızdan geçtiği.

Bize laf attığı olurdu!

***

Tripodlar dev gibiydi.

Muhabirin tripod taşıyanı.

Güçlü kuvvetli olanı.

Kameraman gözünde makbuldü.

Zavallı kameramanlar.

O günlerde devasa büyüklükteki.

15 kilo ağırlığındaki.

Dev kameraları taşır.

Kamera kadar ağır Anton Bauer aküleri de unutmamalı…

O kameraları omuzlarına alıp.

Seçim otobüsünün üstüne çıkar.

Mitingi baştan sona.

Üstelik tripodsuz çekerlerdi.

Görüntü atlasan tekrarı yok.

Ama insanlık hali.

Atlanırdı…

Maçta gol atlayan kameraman vardı…

Kameradan kameraya aktarma şansın da yoktu…

Zor işti zor…

***

Süper VHS sistemli.

IKEGAMİ isimli bir kamera vardı ki.

Kameradan çok.

Ayakkabı boyacı sandığını andırırdı.

Hi-8 denilen ve…

8 saniyede zor kayda giren kameralar da tabi…

Montaj stüdyoları birkaç odayı dolduracak ekipmana sahipti.

Şimdiki gibi bir laptop ile olmuyordu işler.

Her kameramanın çantasında zarf olur.

Sürekli bir yerlerden büroya kaset postalanırdı.

Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığında sabahtan akşama nöbet tutulur.

Merdivenlerde beklenilir.

Girenler çıkanlar.

Sürpriz misafirler takip edilir.

Sürpriz haber kovalanırdı.

***

Kameramanlar kamera saplarını elektrik bandıyla sarar.

Gazete muhabirlerinin, mini kasetli kayıt cihazları olur.

Bazılarınınsa.

Walkman misali.

Dev teyplerini siyasilere uzattığı görülürdü.

Telsiz mikrofon henüz bize ulaşmamıştı…

Mikrofonların kabloları özenle sarılır…

Bazıları tam iş anında bozulur.

Hemen yedek olanı çıkarılırdı…

Telsiz mikrofonların ilk versiyonu ile tanıştığımızda.

Bir devrim gibi gelmişti önce…

Ucunda birkaç santimlik kablo…

Domuz kuyruğu gibi…

Havalıydı.

Ama kullanımı riskliydi.

Ortamda siyasi çoksa…

Telsiz mikrofonun frekansları ile…

Korumaların telsizleri karışır.

Bazen bütün mikrofonların sesi.

Birbirine girerdi…

Çık içinden çıkabilirsen.

Bazen en önemli ses.

Güme giderdi…

***

Kameraman malzemeleri bildiğin kamp çantasında…

Eksiksiz olmalı.

Cevat Kelle gibi…

Ama hepsi zeki arkadaşlar..

Ani çözüm üreten zekaya sahiplerdi…

Bazı partilerde basın toplantıları oval masa etrafında yapılır.

Refah Partisi öyleydi mesela.

Doğal olarak.

Tripod kullanmak zor.

Çözüm tam Türk işi.

Aslında dahiyane…

Kameraman masaya oturur.

Cebinden cüzdanını çıkarır.

Masaya koyduğu kameranın ön kısmının altına.

Hafif bir yükseltici olarak cüzdan koyar.

Basın toplantısını baştan sona çekerdi…

***

Kameramanlarının, foto muhabirlerinin.

Bazen muhabirlerin de.

Mutlaka yelekleri olur.

Banana marka.

Onlarca cebi vardır.

Her şey konur.

Foto muhabiri film rulolarını koyar.

Malum.

Dijital makinalar yok.

Filmler banyo edilecek.

Kameramanların yeleklerinin ceplerini görmeyin gitsin.

Ne ararsan.

Selobant.

Kaset.

Kablo.

Mini mikrofon.

Bazen.

Uzun işler için yiyecek, sandviç vs…

****

İşe gidenin dönmesi zor.

Bazen gececi devralır.

Bazen.

Allah ne verdiyse.

Gece kaçta biterse…

***

Gazete ve televizyon bürolarında daktilo da olur…

Bilgisayarlar bugünkü gibi değil.

Tüplü televizyon kadar.

Her büroda iki üç tane sadece…

İşlevini ne siz sorun ne biz söyleyelim…

Sadece yazı.

Ve yazıcıya gönderme…

O da arıza yapmazsa…

Daktilolar ise kurtarıcı.

Alternatif olarak tutulurdu…

****

Televizyonların ana haber bülteni saatlerinde.

Tüm büro hazır bulunur.

Sadece kendi bültenlerini değil.

Rakip kanalları da dikkatle takip ederlerdi.

Biraz da stresle…

Haber atlama ve atlatma.

Büyük bir haz.

Bazen de.

Stres kaynağıydı…

***

Haberler İstanbul büroya faks ile geçilirdi.

Mail diye bir şey yoktu zira.

Faks cihazı çok stratejikti.

Bazen yanında yatılır…

Çay kahve içilecekse.

Birisi onun yanına konuşlanır.

Faksa bakarak çayını yudumlardı.

İstihbaratların çoğu fakstan alınırdı.

Bütün bakanlıklar, kurumlar.

Haberlerini faks ile gönderir.

Telefonla da arayıp.

İstihbaratı teyid ederlerdi.

Faks kağıdının bitmesi.

Sorumlusu için affedilmez hataydı.

AA’nın haberleri teleks ile gelir.

Teleks kağıdı, hızar benzeri kesici ile kesilir.

Masada yanımızda dururdu.

****

Ankara dışına çıktığımızda.

Cep telefonu olan bir arkadaş yoksa, ki genelde olmazdı.

PTT şubesi bulunur.

Telefon kuyruğuna girilir.

Haberler telefonla yazdırılırdı.

Haberi kağıda dökmeden.

Direkt nottan yazdıran muhabir makbuldü…

Televizyonlar için.

Taşradaki PTT’lerden görüntülü link geçmek.

Acayip havalı.

Ama çok maliyetli bir işti.

***

Ankara ve İstanbul dışında.

Yani taşrada.

Siyasi liderler konuşma saatlerini dikkatle ayarlar.

Televizyonlarının ana haberlerine yetişmesi için gayret ederlerdi.

Haber kanalı yoktu…

Bugünkü gibi canlı yayın imkanı.

Frekans verme durumu da yoktu tabi…

Kasetler zarflanır.

Partilerin.

Ya da Başbakanlığın belirlediği bir eleman.

Ya hava yolu.

Ya kara yoluyla.

Bültenlere bir saat kala Ankara’da olmak için topuklardı…

Bugünkü gibi kartlı kameralar yoktu.

Hi-8, BETACAM kasetler…

Koca koca 90’lık arşiv kasetleri…

Bazılarımız bilir.

Yumatik denilen.

Bugünkü kameralardan bile büyük kasetler vardı…

Görüntüsü çamur gibi olsa da.

Bize iyi görünürdü…

Özellikle haberimiz yetişip.

Ana habere girmişse.

Bir taşra lokantasında izlemek.

Paha biçilemezdi…

***

İnsanlar medya çalışanlarına karşı daha hoşgörülü.

Sokak röportajları kolaydı…

Arkadaşlarımız.

Bugünkü gibi itilip kakılmaz.

El üstünde tutulurdu.

Dükkanların içine kameralarla dalar.

Zorla çay içirmeden de uğurlamazlardı.

***

Yurt dışına çıktığımızda.

Cebimizde tomarla dolar ve mark olur.

Pazarda gibi harcardık…

Çünkü kredi kartı dışarda kullanılmaz.

Otel rezervasyonları telefonla yapılır.

Paralar nakit ödenirdi…

****

Kahvaltılarımız genelde poğaça ve çaydı.

Çorba da revaçtaydı…

Günün ilk gazeteleriyle iyi giderdi…

Öyle açık büfeler.

Çok çeşitli kahvaltılar filan.

Bilinmezdi…

Ya da.

Lüks otellere özgü yeni bir şeydi…

***

O dönemlerde.

Bir protesto geleneğimiz vardı.

Bazen abartırdık.

Ama vardı.

Mesela…

Bazı siyasiler programlarına gecikince.

Bazı meslektaşlarımız karar alı.

Toplantıyı beklemez.

Protesto edip.

Görev yerini terk ederdi.

İşin muhatabı siyasetçiye haber gidince.

O adam ya da kadın.

Arkadaşlarımızı ikna için.

Arabaya binmeden yakalar.

Bin bir özürle ikramda bulunur.

Gazetecinin gönlünü alır.

İçeri davet ederdi…

***

Hiçbir şey güllük gülistanlık değildi tabi.

Biz gençtik.

Güzel kalmıştı aklımızda.

Oysa.

Acayiplikler yok muydu…

Utanılacaklar…

Olmaz mı…

Mesela…

Koalisyondaki bir iktidar partisi.

Yılbaşında.

Kendisini takip eden muhabirlere.

Hediye giyim çeki göndermişti…

Bugünkü gibi sosyal medya olmadığından.

Dedikodular başka türlü ayyuka çıkmış.

Bazıları çekleri iade etmek zorunda kalmış…

Bazıları ise…

“Beni unuttunuz” diye partideki yetkiliyi aramış!

Çekini istemişti…

“Bana az gelmiş” diyenini ise…

Şüphesiz ayrı bir yere koymalı…

Bunları da gördük yaşadık…

Dahası…

Bir muhalefet partisi.

Daha doğrusu genel başkanın eşi…

Yılbaşında bazı muhabirlere hatıra altın göndermiş!

Bazılarına ise.

Gümüş şekerlik.

Artık kim muteber kim değil anlaşılsın diye belki.

Ama kimseyi es geçmemiş…

Dönemin tanıkları yaşıyor.

Altınları kimler iade etti?

Kimler sessizce aldı?

Bilen abilerimiz, ablalarımız.

Akranlarımız var kuşkusuz…

Bu bize yeter…

O günlerin övünülmeyecek bir ayrıntısı da.

Köle stajyerlik kavramıydı.

Yıllarca süren.

Maaşsız.

Kadrosuz.

Bir stajyerlik.

Bazen umut ışığı var.

Bazen yok.

Ama yıllarca devam…

Anlı şanlı kurumlarda bile…

Gönüllü kölelikti adeta…

****

Bugün çok uzattım farkındayım.

Daha da gider.

Ama bir yerde kesmeli.

Sadece son bir şey.

Yaşanmışlıklar.

Anılar.

Hepsi büyük zenginlik.

Ama daha da kıymetlisi.

Çeyrek asırlık dostluklar.

Bu anıları birlikte yaşadığımız.

Güzel insanlar.

Belki bir kısmı aramızda olmayan.

Eski meslektaşlar…


1 yorum:

  1. Güzel gunler. Yüreğine sağlık. Kamerası ayrı kayıtçısı ayrı kameralar, kocaman ışıklar...
    Muhabirlerin kameramanlarin geç gelen siyasetçinin karşısında kameraları yere ters bırakması... Güzel hatıralar.

    YanıtlaSil