11 Mart 2023 Cumartesi

İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRMAK…


Uzun yazacağım.

Medyayı anlatacağım.

Geçmişi de.

Şimdiyi de.

Muhabirini de.

Köşe yazarını da.

Öncelikle...

Nevzuhur iki tipten bahsedeyim…

Birinci grupta…

Gazeteciliği.

Basit tüccarlık gibi gören…

Heybesine oradan buradan.

500 lira 1000 lira dolduran…

Bir kısım siyaseti de.

Müşteri gibi algılayanlar var…

İkinci grupta ise.

Bunların karşı mahalledeki izdüşümleri…

Yani...

Kıyı belediyeciliğinden beslenen.

Çankaya ve Nişantaşı’nda.

Birer fenomen gibi ilgi görse de…

Öbür tarafı da.

Çok rahatsız etmeyen…

Ve size bir sır…

Bu iki gruptakiler.

İyi anlaşıyorlar…

Bu giriş yeter…

Başlıyoruz.

Önce muhabirler…

—————

Geçmiş dönemlerde…

Muhabirler. 

Haberini takip ettikleri kişi için.

Ayağa kalkmazlar.

Haber konusu kişinin yaptığı konuşmaları.

Asla alkışlamazlardı…

Program saatine uyulmazsa…

Aralarında karar alıp.

Toplantı yerini terk ederlerdi.

Muhataplarına soru sorarken…

“Muhalefetin yıkıcı üslubu”

Ya da…

“İktidar despotluğu” gibi…

Subjektif ifadeleri.

Asla kullanmazlardı…

Ağızlarından…

“Bakanım”

Ya da.

“Genel başkanım” gibi.

Gazeteci üslubunu aşan ifadeler.

Asla çıkmazdı…

Muhataplarımızın da…

“Bunu falanca kişiye de sorabiliyor musun?” türü.

Garip cevapları olmazdı.

Ayrıca.

Hiç kimse…

Soracağınız soruyla ilgili.

Telkinde bulunamazdı…

———————

Muhabirlerin önlerinde bariyerler yoktu.

Öyle kayıt kuyut yaptırmaksızın.

Bakanlıklara.

Hatta bakanların odalarına uğrayıp.

Her türlü kulisi.

Alma imkanına sahiptiniz…

Başbakanlıktayken…

İçeri giren ziyaretçileri de görürdünüz.

Toplantıların mahiyeti konusunda.

En basitinden akıl yürütürdünüz.

Yeni medyada ise.

Haber takip edilen mekanlarda…

Ziyaretçileri görmek imkansız…

Sadece…

Verilen bilgiyle yetiniyorsunuz…

—————

Bir de canlı yayın meselesi var…

On yıl öncesine kadar…

Siyasetçilerin  günlük konuşmaları.

Hemen hiç bir televizyon tarafından.

Baştan sona canlı verilmezdi.

Bir siyasetçi konuşmasında…

Flaş bir konuya girmişse…

Televizyonun rutin yayını.

Aniden kesilir.

O siyasetçi.

“Canlı” ibaresi eşliğinde…

Tam da o saniyelerde…

Ekranda belirirdi.

İşte asıl o zaman…

Herkes…

Önemli bir şeyler olduğunu anlardı.

Peki şimdi nasıl?

Herkes kendi meşrebine göre.

Kendi siyasetçisini…

Başlangıçtan bitişe kadar.

Kesintisiz.

Canlı veriyor…

———————

Akreditasyon hastalığı.

Eski medya döneminde de vardı.

Ama geçmişteki akreditasyoncular.

O dönemin siyasetçileri değil.

Komutanlarıydı…

Dindar medya organlarında çalışanlar.

Potansiyel irtica riskleri (!) nedeniyle.

Genelkurmay etkinliklerine alınmazlardı…  

Ama Sezar’ın hakkı Sezar’a

1990’lı yıllarda…

Siyasi partiler…

Asla akreditasyon uygulamazlardı…

En ağır eleştirileri yapan gazeteciler bile…

Her partiye.

Rahatlıkla girip çıkarlardı…

Bugün artık tüm partiler.

Akreditasyonu çok seviyorlar… 

Ak Parti de öyle.

CHP de…

Diğerleri de….

——————

Kurgu ve tuzak haberler…

Hep baş belasıydı…

28 Şubat sürecinde ise.

İş zıvanadan çıkmıştı…

Mesela...

Başörtülü Meclis’e giren.

Tam da bu yüzden…

“İstenmeyen kişi” ilan edilen vekilin…

İlkokula giden çocuklarını.

Diğer çocuklara “yuhalatma” organizasyonu.

Geçmişte “gazetecilik” sanılıyordu….

Dahası.

Çapkın vekile…

Hafifmeşrep bir kadın göndererek.

Onu evinin kapısında.

Kameralarla basmak da…

Yakın zamanda tartıştığımız.

“Karne hediyesi et” haberi gibi…

Yani.

Gazetecinin.

Yansıttığı değil ürettiği…

Ya da…

Yine o 28 Şubat döneminde…

Tarikat liderinin evini…

Kameralarla basmak gibi…

Yani...

Güllük gülistanlık meselesi var ya…

O hiç olmadı yani…

——————

Bir de “hediye” mevzu var tabi..

Mesela.

1990’lı yıllarda.

Bir parti liderinin eşi.

Bayram hediyesi olarak…

Parti muhabirlerine.

Tam altın göndermiş.

Bazı meslektaşımız hediyeyi iade etmiş.

Bazılarındansa ses çıkmamıştı!

Bir siyasi parti de…

Yine bazı gazetecilere…

Yüklü bir kıyafet çeki göndermiş.

Bazı meslektaşlar…

Partiye başvurup.

Kendilerine gönderilmesi unutulan!

Çeklerini istemişlerdi…

Günümüzde böyle acemilikler olmuyor!

Zayıf karakterliler iyi bilindiği için.

İade “nezaketsizliği” yaşanmıyor!

Hem zaten…

Hediyeler de farklılaştı…

Cep telefonu da geliyor.

Tatil de…

Zarf içinde para da…

Nereden mi biliyorum?

Alanlar anlatıyor.

Bu tipoloji…

Eski medyada da vardı.

Ama tarz daha farklıydı.

Aracı kullanılmazdı o dönemlerde!

Siyasetçiyle. 

Baba-oğul.

Ana-oğul ilişkisine girenler.

Mizah dergilerinde.

Karikatür karakteri olanlar vardı…

Tabi akçeli işlere girenler de…

——————

Günümüzde…

Meslektaşlar arasında.

Paralı asker gibi…

Wagner gibi çalışanlar var…

Gemisini önemli yerlerde.

Büyük kazançlarla yüzdüren gazetecilerden.

Çoğu…

Aslında gerçek yaşamında.

Bütün çevresiyle birlikte.

Ak Parti’ye de.

Muhafazakarlığa da.

Mesafeliler…

Aralarındaki konuşmalarda.

“Ailem CHP’li” diyenden geçilmiyor…

Bu arada…

Şu notu düşeyim…

İnsanların hayata bakışı…

İlgi alanım da değil.

Umrumda da değil…

Ama.

Kişilerin temel duruşlarıyla…

Farklı bir siyasi akıma yönelme nedenlerini.

Okuyucu, izleyici, meslektaşları…

Herkes bilmeli…

1990’lı yıllarda.

Müslümanlığın vahşet olduğunu.

Ciddi ciddi savunan bir gazeteci…

“Şu anda ne yapıyor?” diye sorarsanız…

Açın televizyonu.

Açın gazeteleri.

Bakın uçaktaki fotoğraflara…

Görürsünüz...

Üniversite yıllarında.

Ateistliği ile nam salmış bir başkası ise.

Şimdi başköşede…

——————

Güllük gülistanlık değil buralar…

Zaten değildi de…

Geçmişte...

Uçaktan aşırdığı.

Bir şişe viskiyi…

İçine sakladığı pardesüsünden düşürüp.

Havaalanı apronunda kıran…

“Muhafazakar” meslektaşımız da var…

Parayla twit atan tontişler de.

Mekan reklamı yapan marksist de var…

Lokanta ve yatak reklamı yapan.

Eski “dindar” da…

Hatta.

Muhalefeti destekliyorsan…

TV’de yayındaysan.

Arada iktidarın bir bakanına.

Azıcık pozitif ayrımcılık gibi.

Bir şeyler söylersin…

İktidarı destekliyorsan…

“Falanca muhalif başkanın”

“Filanca projesi de çok güzeldi mesela” dersin.

Hem kendine “vicdanlı” dedirtir.

Hem de yürür gidersin…

———————

Gazeteci hep gazeteci gibi davranmalı…

Bir parti kongresinde…

Sandalye üzerine çıkıp…

Liderini!

Elleri patlarcasına alkışlayan…

Muhalif olsa ne olur?

İktidarın yanında olsa ne olur…?

Ötesi...

Muhalefet yetkilisine…

Üstelik canlı yayında.

“Kürsüde performansınız olağanüstüydü” diyen…

Gazeteci midir…?

Veya…

Külliye’deki bir organizasyonda.…

“Artık gemi yandaşlık üzerine yürüyor”

“Şimdilik böyleyiz”

Diye sırıtan kişi…

Gazeteci midir?

Ya da…

Ak Parti’nin basın davetine…

“Onları meşrulaştırmamak için katılmıyorum” diyen kişi.

Meslektaşımız olabilir mi?

Çalıştığı kurumun tepesindeki kişiden…

“Konuk olduğun TV’lere söyle de”

“KJ olarak sadece -gazeteci- yazsınlar”

“Kurumumuzun imajı zedelenmesin”

Laflarını işiten kişi…

Gazeteci sıfatını taşımayı hak eder mi…?

Ya da…

Bir siyasi gelişmeyi yorumlarken…

Duygularına…

Gözyaşlarına zor hakim olan kişi.

Meslektaşımızsa.

Yapmayalım bu mesleği daha iyi…

——————

“Sen beni görme.”

“Ben de seni görmem” mantığı.

Bizim bitişimiz olur…

Demem o ki…

Garip işlere bulaşmış tiplere.

Hep birlikte karşı çıkalım…

İktidara yanaşmayı başaramadığı için.

Mecburen muhalif olanlarla…

Geçmişte sövdüğü değerleri.

Mecburen savunanları da bilelim…

Mahalleler arası kayırma değil…

Düzgün ve eğri ayrımı yapalım…

Unutulmamalı ki…

Güllük gülistanlık değil ortalık.

Ama.

Eskiden de değildi hani…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder