26 Mayıs 2020 Salı

KARADAYI

KARADAYI

28 Şubat’ın Genelkurmay başkanı ölünce...
Gazeteciliğimin ilk dönemine gittim.
Sene 1995.
Karadayı’yı Bolu’da takip ediyorum.
Tugay komutanlığında...
Diyor ki...
‘Laik devleti zedelettirmeyiz’.
Meali...
Partilere...
“Refah’la koalisyonu düşünmeyin”
Halka da...
“Refah’a vereceğiniz oy boşa gider”...
Buna rağmen Refah birinci parti olunca.
Çiller boyun eğmeyip...
Erbakan ile koalisyonu kurunca...
Cunta harekete geçiyor.
İpi çekiyor.
Sayfalarca anlatırım.
Ama gerek yok...
Bazen bir tek enstantane...
Bütün olayı anlatmaktan etkili.
Mesela...
Bir ordu komutanı çıkıyor.
Başbakan Erbakan’a küfür ediyor...
Ağza alınmaz.
Televizyonlar tek tek aranıp.
Küfür aleni olarak yayınlatılıyor.
Dahası...
Bu ahlaksızlık Cumhurbaşkanı Demirel tarafından desteklenip.
Karadayı da...
“Sırada daha ağırları var” diye buyurunca.
Artık daha ağır tek şey kalmıştı.
O da oldu.
Ama çikolata jelatinine sarıp.
Post modern dediler.
Cici darbeydi.
Harekat planı hazırdı.
Uydurma iddianameyle...
Refah kapattırılıp.
Yapay bir koalisyon kurdurulunca.
Genelkurmay Başkanı Karadayı ABD’de aldı soluğu...
Çalıştığım kurum da beni onun peşine...
ABD’ye gönderdi.
Temmuz 1998.
Türkiye’den giden tek gazeteciydim.
Karadayı’ya Pentagon’da madalya takılmış.
Amaç hasıl olmuştu.
Benim için o günlere asıl damga vuransa.
Washington büyükelçiliğindeki rezaletti...
ABD’deki bazı Türk gazeteciler.
Karadayı’ya dönüp.
Bizi de göstererek.
“Türkiye’ye ihanet cephesi” demişlerdi.
Suçumuz o gün muhafazakar bir kurumda çalışmaktı.
Bana arka çıkanlar.
Gazeteci Hasan Mesut Hazar.
Ve TRT Washington Temsilcisi Ahmet Yeşiltepe’ydi...
Diğerleri geciktikleri trene Washington’dan binme derdindeydi.
Bir yıl öncesinde...
Başbakan’a küfredilmesine arka çıkan komutanın.
Bize edilen hakarete gülümsemesine.
Şaşırmamıştım.
Biliyordum ki...
Darbe günlerinde güç vardır.
Haklılık yoktur.
Tam da bu yüzden.
Bugünü darbe günleri ile kıyaslamak.
En basitinden aymazlıktır.
Darbeciler size kıyaslama bile yaptırmaz.
Bitirirken...
Güzel bir geleneğimizi hatırlayıp...
Ölülerimizi hayırla yad edelim.
Hayatta olmayan darbe mağdurlarının mekanı cennet olsun.

Allah güzel ülkemizi darbenin her türünden korusun...

22 Mayıs 2020 Cuma

HEY SEN… İÇİMİZDEKİ TROL!


Şahan Gökbakar’ın müthiş bir tiplemesi var.
Trolcü Şevki.
Beyinsiz bir komplo teorisyenini canlandırıyor.
Kuzey Kore liderinin öldüğünü.
Bu nedenle Samsung telefonların prim yapacağını…
Gres yağı ile korona tedavisini…
Anlatıyor da anlatıyor…
İzlerken gülüyoruz.
Ama bir düşünsek…
Çevremizde onlarcası var.
Mesela biri diyor ki:
“Devlet virüs rakamlarını gizliyor”
Zerre kanıtı yok.
Teyzesinin kaynı demiş...
En son okuduğu kitabı sorsan.
Yaptığı kültürel faaliyeti…
İzlediği derinlikli düşünce programını.
Felsefeyi.
Yok…
İhtiyacı da yok.
Bilgi kaynağı biraz pembe dizi.
Bağrışmalı iki kadın programı.
Komplo teorisyeni siyaset bezirganı.
Ve…
Kendisi gibi devletten geçinmeli arkadaşı…
***
Bu tipoloji acayiptir.
Ona sorsan toplumda bir yeri var…
Çevresi.
Arkadaşları…
Temel sosyal faaliyeti AVM’de gezmek.
Onu hayata bağlayansa…
Vücuduna iyice yayılmış aşağılık kompleksi…
***
Doğu toplumlarının pandemisidir bu…
Bilgisiz komploculuk.
Okumayan.
Buna rağmen özgüvenli.
Cahil gıybetçi insan tipidir.
İçinde bulunduğu toplumdan nefret eder.
Aslında nefret ettiği kendisidir…
Sosyal medyada sağa sola hakaret eder.
İmla bilmez.
Anlatımı da bozuktur.
Büyük trollerin iftiralarını yaymaksa…
Bu tiplerin sosyal medya sporudur.
***
Konu komploculuk olunca.
İstikrara da ihtiyaç yok.
İlk virüs vakası çıktığında.
“IMF’den para almak için vaka açıklıyorlar” de…
Sonradan…
Devekuşu gibi yap geç.
Nasılsa unutulur.
***
Bunların KGB versiyonları da var!
Adam diyor ki:
“Böyle bir hastalık aslında yok”
Kanıt?
O da yok!
“Bunu üretmişler abi labaratuarda”
Kim üretmiş?
ABD…
Yarın sorsan Çin der.
Benim diyen genetik mühendisini.
Mikrobiyoloğu cebinden çıkarır.
***
Aslında şüphecilik iyi bir şeydir.
İnsan kendi gerçeğini sürekli aramalı.
Bizim mesleğimizin öğretisi de bu…
Ama.
Bunun için kitaplar okursun.
Araştırırsın.
Uzmanları dinlersin.
Sağlam kanıtların olur.
Aklına yatana inanırsın.
Oysa bunların en büyük bilgi kaynağı…
Dayısının bacanağı.
****
Yıllarca demediler mi?
Bir devlet büyüğünün çocuğu danışman yapılmışmış…
Yüz binlerce lira da maaşa bağlanmışmış…
Bu yalanı doğru kabul etsek bile…
Kamu görevlisinin tavan maaşı belli.
Ama dinlemez…
***
Bu tipoloji ilginçtir.
Kendini önemser.
Telefonunun dinlenildiğini.
Kişisel verilerinin ABD tarafından izlendiğini.
Ciddi ciddi iddia eder.
Üstelik aynaya da bakmaz…
Eğitimine.
Konumuna…
“Beni kim ne yapsın?” demez.
***
Hatırlasanıza…
15 Temmuz’da.
Boğazı kesilmiş asker masalı uydurmuşlardı.
Görüntünün sahteliği belgelendi ama…
Yalan aldı yürüdü.
Hala konuşur durur...
Arkadaş kim bu asker?
Nerede mezarı?
Ailesi?
Yok…
Şubat ayında Suriye’de yüzlerce şehit verdiğimiz.
Libya’da bine yakın kaybımızın olduğu…
Ama devletin bunları sakladığı iddiası.
Hep bu Şevkilerin işi…
***
Futboldaki Şevki ise en yaygın prototiptir.
Ona göre şampiyon zaten ayarlanmış.
Düşen takımlar da belli şimdiden.
Ama maçları yine de izler.
Bunlar “Ön alan Şevki”lerdir.
Kazara kehaneti tutarsa bilmiş olur.
Tutmazsa da takımı kazandığı için sevinir.
Kehaneti de unutulup gider.
***
Çocukluğumuzda da vardı troller.
Türkiye’nin gizlice atom bombası yaptığını.
NASA’nın Anadolu köylerinde çalışmalar yürüttüğünü.
Eurovision’daki Hristiyan lobisini…
Keyifli keyifli anlatırlardı.
Ama onlar zararsız.
Ve ülkelerini seven tiplerdi…
Şimdikileri görünce üzülüyor.
Söylemeden edemiyorsun.
Trolün bile hayırlısı…

20 Mayıs 2020 Çarşamba

KORONADAN KOMPLOYA…


Mesele malum virüs olunca.
Aykırı ses büyük risk.
Canan Karatay farklı konuştu.
İnfaz edildi…
Yavuz Dizdar.
“Covid abartılıyor” dedi.
Şimdi gözlerden uzakta.
Ümit Aktaş ortada yok.
Mutluhan İzmir’in aykırı fikirleri.
Duyulmuyor…
Sadece bizde değil.
Tüm dünyada bir Covid ittifakı var…
Oysa bilim, farklı görüşlerin alanı değil mi?
Bilim Kurulu’ndaki bazı hocalar da…
Önce “Havalar ısınınca geçecek” deyip…
İki ay sonra…
 “Sıcağın öyle bir etkisi yokmuş” demediler mi?
Tedbirler, fikirler tabi ki zamanla değişir.
Ama büsbütün farklı fikir neden yok?
***
Bugün bir aykırı fikirle sohbet ettim.
İzin almadığım için hocamızın ismini veremiyorum…
Diyor ki:
“Dünyada bir salgın belirtisi yok…”
Salgın diyebilmek için, ölüm sayılarında anlamlı fark gerektiğini.
Griple karşılaştırınca bu farkın görülmediğini söylüyor.
“Dalga geçtikleri kelle paça, maskeden daha etkili” diye de ekliyor…
Söyledikleri tehlikeli mi?
Bilemedim…
***
Hocamıza göre.
Yaşlı olan insanların virüsten öldüklerinin sanılması komik.
Çünkü yaşlılığa bağlı hastalıklar.
Zaten virüsler sonucu ölüme yol açıyorlar.
Ve bu her virüs için geçerli.
Diyor ki…
“Asıl ciddi sorun başka virüsler. Kışın başımızı çok ağrıtacaklar”
Peki bu ne demek?
Hocamıza göre…
Bu süreçte evde kalanlar.
Dışardaki diğer virüslerle tanışmadılar.
Tam da bu yüzden…
Kışın sorunlar yaşayıp.
Daha çok hasta olacaklar…
***
Anlattıklarını ilgiyle dinlemekle birlikte.
Bir bilim kurgu tadı da almıyor değilim…
Hocamız şevk içinde devam ediyor:
“Yapılan bir test” diyor…
“İnsanları sanal projelere inandırıp inandıramayacaklarını test ediyorlar.”
***
Hocamız aslında bana da sitem ediyor.
TV’de yaptığımız programların…
İnsanları doğru yönlendirdiğini düşünmüyor.
Ona katılmasam da.
Orijinal fikirlerinden mahrum olmak istemiyorum…
Dinledim.
Sonra vedalaştık.
Ardından da düşündüm.
İzolasyon süreci.
İnsanların ev psikolojisi.
Bilinmezlikler.
Bunlar bir yana.
Bir de…
Yeni oluşacak dünya…
Süreç sonunda kimler kazanacak?
Kimler dibe itilecek?
Dahası.
Her şey düzelince…
Komplo teorilerini daha çok mu dinleyeceğiz?

19 Mayıs 2020 Salı

MORİTANYA’DAKİ KARADENİZLİ BALIKÇI...


Bu korona günlerinde.
Ortam yeterince sürrealist.
Bir de üstüne film gibi hikayeler…
Dünyanın en ücra yerlerinde.
Acayip operasyonlar…
İş sadece tahliye de değil.
Günümüz materyalist ortamında anlaşılamayacak.
Mikro operasyonlar da yapılıyor.
Dışişleri’nden bir kaynağım.
O kadar ilginç şeyler anlattı ki.
***
Mesela…
Moritanya diye bir ülke var bilir misiniz?
O ülkenin de bir başkenti.
Muhtemelen duymadınız ismini.
Nuakşot…
Durun daha.
Yaşanan olayın başkent ile de ilgisi yok.
Nuakşot’un 475 kilometre uzağında.
Ücranın da ücrası.
Okyanus açıklarında.
Doktorun ilacın girmediği bir yerde.
Karadenizli bir balıkçı avlanıyormuş desem…
Yeterince garip.
Ama devamı da var.
Balıkçımızın bir kronik hastalığı var.
Ava giderken.
İlacını yanına almayı unutmuş.
Ne yapsa iyi…
Türkiye’deki eşini aramış.
Eşi de, Türkiye’nin Nuakşot Büyükelçiliği’ni…
Büyükelçilik ilacı temin etmiş…
Sonra Türkçe bilen bir Moritanyalı doktorla temasa geçilmiş.
Bir de araç ayarlanmış.
Doktor ilacı balıkçıya ulaştırmış…
Tek kelime ile.
Medeniyet…
***
Bitmedi…
İrlanda’nın Başkenti Dublin’de bir vatandaşımız…
O ülkenin herhangi bir sağlık birimini değil.
Türkiye’deki bir acil hattı aramış.
İş büyümüş.
Sağlık bakanlığı devreye girmiş.
Dublin ile temasa geçmiş.
Büyükelçilik olaya dahil olunca.
Vatandaşın evine ambulans, sağlık ekibi…
Dahası…
İlaç da göndermiş.
Test yaptırması sağlanmış.
Covid pozitif çıkınca da hastaneye kaldırılmış.
37 gün hastanede kalmış.
Dublin’deki hastane tam 37 gün boyunca…
Türkiye’den.
Sağlık Bakanlığı’ndan aranmış.
Günün birinde taburcu sırasında.
Doktorunun söyledikleri ilginç…
“Türkiye’de ünlü biri olmadığına emin misin?”
***
Tahliye operasyonları deyince.
Aklınıza İsveç’teki geliyor biliyorum.
Oysa…
Ona gelene kadar daha neler var.
***
Mesela.
Arjantin Buenos Aires’te mahsur kalan 9 Ukraynalı…
Kimse yüzlerine bakmadı.
Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi diyor ki…
“6 ülkeye başvurduk. Bütün kapılar yüzümüze kapandı”
Tahmin edeceğiniz gibi Türkiye yedinci ülke...
Arjantin’deki 9 Ukraynalı önce İstanbul’a…
Sonra Minsk’e transfer ediliyor…
Oradan da ülkelerine.
***
Tahliyeleri basit sanmayın.
Bir ülkeden aranıp.
Bir kente uçak gönderip.
Hepsine bilet kesip topluca getirmiyorsunuz.
Bölük pörçük sağda solda.
Uzak ülkelerin
Uzak köşelerindeki insanları.
Diplomatik bağlantıları da kurup.
Hem transfer ediyor.
Toplayıp bir araya getiriyor.
İhtiyaçlarını karşılıyor.
Hem de organize ediyorsunuz.
***
Mesela Ekvator’da sadece iki vatandaşınız var.
Ne yapacaksınız?
“İki kişi olmaz” mı diyeceksiniz?
“Biz sizi ararız” deyip.
Kaderleriyle baş başa bırakmak da bir yöntem…
Tabi ki bunlar yapılmamış.
Kito'daki elçilikte günlerce ağırlanıp...
Uçak ayarlanınca…
Kito'dan Guayaquil şehrine uçurulmuşlar…
Oradan da Frankfurt’a.
Sonra İstanbul…
Oradan Ankara.
Bu işin en basiti belki.
Daha neler var.
***
Kırgızistan Bişkek’te mahsur kalan AB vatandaşları.
AB ülkeleri tahliyeyi birbirlerinden beklediler…
Türk Dışişleri devreye girdi.
THY onları aldı
Bişkek’ten Frankfurt’a götürdü.
Dönüşte Almanya’dan 157 vatandaşımızı da Türkiye’ye getirdi.
***
Gambiya’daki üç Türk vatandaşı.
Mahsur kalıp.
Başvuracak bir elçilik de bulamayınca.
Dışişleri'ne ulaştılar...
Hemen operasyon safhasına geçildi.
Tahliye planı yapıldı.
Planın merkezi Senegal olarak belirlendi.
Türkiye’nin Dakar Büyükelçiliği…
Gambiya hükümeti ile temasa geçilip.
Diplomatik araçlarla Gambiya’dan alınıp.
Senegal’e getirildiler.
Dakar’dan.
Diğer Afrika ülkelerinden getirilenlerle birlikte…
İstanbul’a ulaştırıldılar.
***
Tahliyelerin yapıldığı başka ülkeleri saysam.
Kostarika, Küba, Jamaika, Bahamalar, Cayman Adaları, St.Vincent.
Ve sıkı durun.
Grenadinler…
Duymuş muydunuz Grenadinleri...
Orada da varmış bir vatandaş.
Oradaki Türkler de bir şekilde tahliye edildi.
Onu da alıp...
Kaju’nun başkenti Dominik Cumhuriyeti'ndekilerle birlikte…
Ortak bir havalimanından Türkiye'ye...
Devamı var.
Sri Lanka ve Maldivlerden tam 209 tahliye...
Tabi küçük küçük başka hikayeler de var…
***
Henüz iki günlük evli vatandaş Berlin’e gidince.
Pandemi nedeniyle dönemeyince.
Büyükelçilik bir gece arıyor…
Tahliye uçağında bir kişilik yer var.
“Gelir misin?” diye soruyorlar.
Sonra da…
Adresinden aldırılıp.
Türkiye’deki ikametine kadar tüm transferleri sağlanıyor.
***
Bir başka örnek…
Fethiye’de yaşayan Hollandalı çift.
Oğullarının doğum gününe gidiyorlar.
Covid patlayınca.
Anavatanlarında mahsur kalıyorlar.
Üstelik adam kalp hastası.
Hollanda’da sağlık güvenceleri de yok.
Türkiye’nin Roterdam Başkonsolosluğu’na başvuruyorlar.
Sağlık masraflarını Türkiye üstleniyor bu arada.
22 Nisan’da kaldırılan uçakla da İstanbul’a.
Oradan Dalaman’a.
Oradan Fethiye’ye…
Eve teslim…
***
Tanzanya’da kendisi tahliye edilen vatandaşımız.
“Evladım” dediği kedisini de getirmek istiyor.
Ancak uçağın evcil hayvan limiti dolu.
THY Genel Müdürlüğü devreye giriyor.
Özel bir izinle.
Kedinin kabinde yolculuğuna izin verilip.
Tahliyesi sağlanıyor.
***
Bütün bu hikayeler.
Yakında kitaplaşacak…
Dışişleri Bakanlığı çalışmalara başlamış bile.
Hikayeler etkileyici olsa da...
Herkesi mutlu etmek mümkün olmuyor.
Dev operasyonların yanında.
Küçük mağduriyetler.
Belki bazı yanlış anlamalar.
Bazı suiistimaller.
Tabi ki oluyor…
Mesela…
***
Başvurular alınıyor.
Bir ülkeye uçak gönderiliyor.
Koskoca uçak...
O ülkeden 150 tahliye beklenirken.
Son anda 37 kişinin uçağa binmesi.
Başvuru sahiplerinin bir kısmının vazgeçmesi.
Uçağın neredeyse boş dönmesi gibi durumlar.
İsmini yazdırıp binmeyenler.
Dönüşteki karantinayı düşünüp son anda vazgeçenler.
***
Mesela tahliye edilmeyi bekleyen Rus gelinler meselesi var.
Kış aylarını es geçmişler.
Şimdi talepte bulunuyorlar.
Zamanlama bazen zorlasa da.
Tahliyelere, operasyonlara devam ediliyor.
Hayata baktığınız zaviye bir tarafa.
Bence herkes kabul etmeli.
Yapılan iş büyük…


15 Mayıs 2020 Cuma

KNİDOS HİKAYESİNDE KAYBOLMAK

Bazen bir haber alırsınız.
Onunla birlikte gizemli bir dehlize girer.
İçinde kaybolur.
Bir macera filmi sahnesinde bulursunuz kendinizi…
Bu korona gecelerinde çok oluyor.
Bugün anlatacağım…
New York’tan Datça’ya uzanan bir hikaye.
Ama müsaadenizle bir giriş yapayım.
***
Her yıl giderim Datça’ya…
Neredeyse 30 yıldır.
Her gittiğimde de Knidos’a uğrarım…
Garip bir yerdir…
Datça’nın tam burnunda.
Ege ile Akdeniz’in tam kesiştiği yer…
Görüntüsü, kokusu, havası…
Gizemi…
Zaman donmuştur.
Acayip etkileyici gelir.
Tarihin fışkırmadığı santimetresi yoktur.
Böyle saatlerce amaçsız gezsem.
Harabelerin arasındaki her ayrıntıya baksam.
Hiç sıkılmam…
Antik kent ile deniz bir bütündür orada.
Denize girdiğinizde tarihi bir sütun ile karşılaşmak.
Dizilmiş amforaların arasından yürümek.
Eski Roma’da bir caddede geziyormuş gibi…
Tam da böyledir orası…
Daha etkileyici olansa binlerce yıllık hikayesi.
Dor’lardan, Yunanlılardan, Romalılara kadar…
Gözlemevinden, tiyatrolarından…
Zeytinyağı üretim birimlerinden…
Millattan önce kurulmuş kanalizasyon sistemine kadar.
Aslında bir adaymış.
Yarım ada haline getirilmiş.
Hikayesi çok.
Ama benim anlatacağım başka.
***
Geçenlerde Atlantik ötesinden bir haber.
Dünyanın bu kapkara günlerinde…
Koronavirüsün şu andaki merkezinden…
New York’tan…
Koronavirüsten ölen bir arkeolog.
87 yaşındaydı.
Adı Iris Cornelia Love…
Kamuoyu onu çok yakından tanımasa da…
Datçalılar…
Özellikle de sayıları iyice azalan eski Datçalılar iyi tanıyor.
Ama iyi anmıyorlar…
Biraz da biz anlatalım Love’ı…
***
Amerikanın en zengin ailelerinden birisinden yetişti.
Ünlü Guggenheim’lerin torunuydu.
Paraya ihtiyacı yoktu ama tarihe meraklıydı!
Gençti heves doluydu.
İdealist olduğunu söyleyen de var…
Başka şeyler de.
Her neyse devam edelim…
Arkeoloji okuyup.
Maceracılığı da birleştirince…
Kendisine uzaklarda bir hedef seçti…
Ege’ye gidecekti.
Yunan adalarından bir ikisi…
Ve hemen karşı kıyısı.
Datça…
Knidos Antik kenti.
Sene 1967 bu arada.
***
O dönem Türkiye’de bile Datça ne kadar bilinir?
Şüpheli…
Şurasını da hatırlatalım.
1990’larda bizler Marmaris’ten Datça’ya giderken.
O zamanın korku tünelini andıran yolunu görünce.
Bazen vazgeçip geri dönerdik…
Oysa Arkeolog Love.
1967-1972 arası onlarca kez gelip gitmiş Knidos’a…
Kazılar yapmış…
Milyar dolarlık bir imparatorluğun varisiyken.
Çadırlarda yatıp kalkmış…
Belki akreplerin, yılanların içinde…
Daha neler.
***
Ancak…
Biraz hoyrat olduğu…
Özensiz çalıştığı söylenirmiş.
Milletçe tarih bilincimiz hep azdır malum.
O dönem daha da azmış sanırım…
Love’ın aşırı hoyratlığı umursanmamış…
Kazı alanlarından çıkarılan molozu askeri limanlara döktüğü…
Knidos antik kentindeki pek çok çukura onun neden olduğu…
Hatta çukurun birine onun isminin verildiği!
Dahası…
Kazı aralarında yüzme bahanesiyle…
Mayosunda sakladığı parçaları, bekleyen bir tekneye attığı iddiası…
Açıkçası…
Tarihi eser kaçakçılığı yaptığı öne sürülmüş…
***
Buraya nereden geldim?
Datça Belediyesi’nin resmi twitter hesabından…
Deniliyor ki:
“Corneilla Love’ı iyi bilmezdik…”
Nereden nereye geldik...
Koronavirüs…
Dünyanın öbür ucundaki bir ölüm.
Üzerinde oturduğumuz benzersiz servete uzanan hikaye…
***
Bugün biraz fotoğraf da paylaşayım sizinle.
Her yıl gittiğim Knidos’tan…
Her gittiğimde yenilerini çekerim.
Gitmediyseniz tapınakları, tiyatroları mutlaka gezin.
2000 yıllık güneş saatini görün.
Datça’nın parlak ve nemsiz gökyüzünün avantajıyla.
Dünyanın en eski gözlemevini…
Tarih içinde kaybolun.
Love ve hikayesini düşünün.
Ülkenize daha da sahip çıkın.
Bu kara günler geçince.
Bu müthiş ülkenin güzelliklerini keşfetmeyi daha çok seveceğiz.
Eminim...

Keyifli karantinalar.

13 Mayıs 2020 Çarşamba

MANSIZ’IN TARİHİ ÇALIMINDAN HAYAT DERSLERİ...

Bir futbol yazısı değil bu.
Korona gecelerinde nostaljiye dalınca...
Farklı sokaklarda yürüyor insan.
Ben büyük futbol turnuvalarını hep izledim.
Hayata dair mesajlar da almaya çalıştım...
Belki de bu yüzden.
Makina dişlilerini hiç sevemedim.
Bir felsefe ortaya koyanlar.
Hep daha çok ilgimi çekti...
Aklımda şampiyonlardan çok...
Renkli kahramanlar kaldı.
1982 Brezilya’sında.
Socrates ve Zico’nun oynayarak eğlenmeleri...
Dünyaya farklı bir bakıştı...
Higuita’yı bilir misiniz?
Cambazlar karması Kolombiya’nın kalecisi.
Eline gelen topu.
Ayak tabanıyla çıkaracak kadar çılgındı.
Takım arkadaşı Valderrama...
Dünyanın en yetenekli futbolcusu idi.
Ayağı bir mıknatıstı.
Ama...
Endüstriyel futbola inanmadı.
Kokusuz bir şampiyonluk yerine.
Tebessümle hatırlanacak bir iz bıraktı gitti.
Meksikalı Campos...
Evde bile giymeye cesaret edilemeyecek.
Farklı renklerde formalar giydi.
Hepsini de kendi tasarladı...
Hugo Sanchez’in parandelerini.
 Milla’nın kabile dansını.
Tüm futbolseverler hatırlar.
Oysa...
1994’ün gol kralı Salenko’yu hatırlayan var mı?
Saçları civciv sarısı Rumenler unutulmaz.
İlhan Mansız bir çalımıyla dünyanın beynine kazınırken.
2002’nin şampiyonu Brezilya her zaman sıradan kalacak...
Hayat da böyle.
Makamlar gelip geçecek.
İnsanlar sizi farkınızla hatırlayacak.
“Kutsal” standartları sonraki nesile taşıyan gelenekçiler ise.

Hep unutulmaya mahkum olacaklar...