28 Mayıs 2024 Salı

LGBT DAYATMASI ÜZERİNE…


Herkesin hayatı kendine...

Ama kafamı kurcalayan...

"Cinsel tercih" olarak addettikleri...

"Harfsel" çeşitlendirmeye de tabi tuttukları şeyin.

Hayatın normali olarak.

Gözümüze sokulmaya çalışılması...

Artık dijital platformların dizilerinde.

Filmlerinde.

Eşcinsel çiftin olmadığı senaryo yok...

Onlara özenen bizim filmlere de.

Bu tercihe sahip kişileri monte edince.

Daha "entellektüel" gözüküyorsun...

Şimdi diyeceksiniz ki...

Bu tarz tipler toplumda zaten var...

Hatta sanat hayatında.

Televizyonda da...

Doğru evet.

Varlar da...

Eskiden.

Onlar biraz marjinal karakterlerdi...

Roll model olarak gösterilmezler.

"Eğlenceli tipler" diye kodlanırdı.

O dönemlerde.

Öyle "Eşcinsel çift" tanımlaması yapmak filan.

İmkansızdı...

Yıllar ilerledikçe...

Artık iş.

Bir beyin inşa etme sürecine girdi.

Sanki bir şey dayatılıyor...

Peki neden?

Nedenini daha iyi anlamak adına...

Biraz gerilere gidelim.

1950-60'lı yılların Amerikan filmlerine bakın.

Aile ve toplum konusunda...

Ne kadar muhafazakar olduklarını.

Toplumun "iki cins" olarak resmedildiğini görürsünüz...

1980'li yılların Hollywood filmlerinde ise...

Eşcinseller biraz biraz görünür olmuşlardı.

Ama az önce yazdığım.

Eğlenceli, komik ve marjinal tiplemeye dahillerdi.

Esasen...

Kendileri de bu "espriye konu" durumu normal karşılıyorlardı...

Ne zaman ki...

2000'lere geldik...

Batının hakim düşüncesi...

"Tartışılamaz" ve "Kutsal" bir LGBT dayatmasına girişti...

Adamlar eğitim sistemlerine bile bu "üçüncü cins"i monte ettiler...

Çocukların izlediği.

Çizgi filmlerde ve animasyonlarda bile.

Bunların sembollerini kullanmaya başladılar...

Bazı ülkeler onlara "evlilik" hakkı verdiler!

Uluslararası toplantılarda...

"Toplumsal cinsiyet eşitliği" ifadesini dayattılar...

Bu duruma mırın kırın edenleri de...

Marjinalize ettiler...

Putin ve Ahmedinecad gibi...

"Otoriter ve batı karşıtı" olarak resmettikleri siyasetçilerin...

LGBT karşıtı tutumlarını da...

Üstüne basarak not ettiler...

Böylelikle...

Otoriterlik ve eşcinsellik karşıtlığını...

Sanki "yanlış" düşünce sistematiğinin.

Birbirini besleyen unsurları gibi...

Kafalardaki alt metne nakşettiler...

Bu düşünce mühendislerine göre.

"Üçüncü cins"e karşı olmak.

"Modern" dünyanın tersine yol inşa etmekti...

Üstelik bu politikaları.

Paket program haline getirip.

Tüm insanlığa dayatmaya kalktılar...

Bir ölçüde etkili olduklarını da itiraf etmeliyiz...

Şöyle ki...

Bizdeki bazı yerel yöneticiler bile...

Artık çekinmeden...

LGBT etkinliklerini desteklemeye başladılar...

Bir kısım siyasetçiler ve gazeteciler...

Hiç çekinmeden.

"Üçüncü cins" oldukları öne sürülenlerin.

Evlilik yaparak!

Evlat da edinerek...

"Aile" kurma hakkı edinmesini dillendirirken...

Bu tarz talepleri toplumun gündemine taşımak için.

"Onur yürüyüşü" dedikleri etkinliğin.

Uluslarası nizam tarafından da desteklenmesini.

Teşvik edip alkışlamak.

Burada yazamayacağım.

Garip sahneleri normal hale getirip...

Propaganda yapılmasına izin vermek...

Sosyal medya profillerine.

Diploma törenlerine bile...

"Gökkuşağı bayrağı" enjekte etmek.

Üstelik...

Sırf siyasi muarızının sinir uçlarıyla oynamak...

Ve bu ithal düşünceyle uyumlu hale gelmek için.

Sırtlarının.

Sesi yüksek çıkan uluslararası lobiler tarafından...

Sıvazlanması adına... 

LGBT prapagandasına katılanlar...

Bir yandan bize de sirayet eden...

Özellikle siyaseten marjinalize...

Anarşist konumda bulunanlarla...

Terör örgütünün siyasi uzantısı haline gelenlerin...

Kendilerine bu kompartmandan yer ayırtmalarını.

Anlamak zor değil aslında...

Esasen yine söylüyorum.

Kim ne hayat yaşarsa yaşasın...

Bize ne!

Ama bir yandan da...

Topluma biçim vermeye çalışanları da.

Anlamak istiyoruz...

Tam da bu yüzden.

Merak ediyorum...

Müesses nizam dedikleri.

Bu tür dalgalanmaları ayarlayan güçlerin...

Bu dayatmayı.

Neden gözümüzün içine sokmaya.

Aşırı derecede normalleştirmeye.

Her yerde eşcinsel çiftleri teşvik etmeye.

Şarkı yarışmalarını bile.

Ailecek izlenemez hale getirmeye... 

Mini etekli sakallı tipleri.

Gündelik hayatın parçası gibi göstermeye çalışıyorlar...

Bazı iddialar var tabi...

"Nüfusu azaltmaya çalışıyorlar" gibi.

Ya da...

Aile kavramını yok etmeyi amaçladıklarını filan.

Şüphesiz bu tezleri kanıtlamak imkansız...

Ama "cinsel tercih dayatması" yapanların.

"Aman canım herkes özgür olsun ne çıkar bundan" filan diye düşündüklerini de.

İnsan haklarına aşırı duyarlı oldukları için.

Bu "hassasiyeti" gösterdiklerini de sanmıyorum...

Öyle olsalar...

Eşcinsellerle omuz omuza yaşamak istedikleri kadar...

Müslümanlarla.

Göçmenlerle de bir arada olmak isterler...

Yabancı karşıtlığı.

Ve faşizme de savrulmazlardı...

Eşcinsel olmak istedikleri kadar...

Afrikalı, Kızılderili, İranlı filan olmak da isterlerdi...

Peki bunlar...

LGBT işine neden bu kadar meraklılar sizce?

Ya da...

Bizdeki "LGBT liberalleri"nin...

Gerçek anlamda bütün "insan cinsleri"ne...

Onların hayat görüşlerine filan...

Aynı ölçüde hoşgörülü olduğunu düşünüyor muyuz?

Ben düşünmüyorum...

Bu nedenle...

LGBT lobilerinden çekinmeyen.

Tamamen objektif.

Sosyolog ve bilim adamlarının.

Bu iş üzerinde çalışmalarını.

Bu dayatmayı akademik olarak bize açıklamalarını isterdim.

Sizce de bu konu.

İdeolojik yönlendirmelerin ötesinde...

Perde arkasını merak etmeyi gerektirmiyor mu?

25 Mayıs 2024 Cumartesi

SARI SİYAH HAYATLAR


O mahalleler sarı siyahtı...

Loş ve sarı lambaları.

Evlerinde.

Abajursuz...

Edison'un bulduğu haliyle.

Telleri sarkan o sapsarı lambaları vardı...

Kireç boyalı...

Bir iki resim dışında bomboş duvarları.

İki sedir, bir kanepe odaları...

Kaneviçe örtüsü üstünde ahşap gövdeli televizyonu.

Yüzü hep gülen anne babasıyla...

Dönemin mizah dergisinin renklerinde.

Sarı siyah.

Sapsade.hayatlarla...

Sokaklarında bir iki araba...

Altına kaçan topu...

Yatarak çıkarmaya çalışan...

Gazoz kapağı, misket peşinde koşan.

Ezan okunduktan sonra bile...

Eve sokulamayan.

Loşun loşu sapsarı karartıda...

O son topa vurmaya çalışan çocuklarıyla...

Ufak çantaları ile akşam eve gelirken.

Sadece kendi çocuğunu değil.

Diğerlerini de.

Eve gitmeye teşvik ederken.

Bir yandan da.

Ellerinde yemyeşil.

Bol çekirdekli...

Karpuzlarıyla...

Kese kağıdında elma armut taşıyan...

Sadenin sadesi babalarıyla...

Ekmek alıp giderken.

Dişleye dişleye yarısını bitiren.

Top oyununa alınmayacak kadar küçük...

Ama bakkala gönderilecek kadar büyümüş...

Zamane berberlerinin.

Yusyuvarlak kafalı hale getirdiği veletleriyle...

Yemekleri hazırlamış olmanın rahatlığıyla.

Kocalarını balkonda beklerken.

Birbirine laf yetiştiren kadınları...

Ansızın çalınan kapıları...

Hep habersiz gelen komşu misafirleriyle...

Kimsenin kimseden rahatsız olmadığı...

Sarı siyah hayatlardı onlar...

Olanlarından çok.

Olmayanlarıyla...

Mutlu.

Ve kaygısız...

23 Mayıs 2024 Perşembe

ŞU UÇAĞA BİNEN GAZETECİLER MESELESİ…

 


İmamoğlu'nun Roma gezisinde.

Gazeteciler için uygulanan yöntem bu kadar tartışılırken.

Bir şey yazmasam şişerim.

Çünkü ben de meslek hayatım boyunca.

Bir çok siyasetçiyle.

Onlarca geziye katıldım...

Kimleri izlemedik ki...

Demirel'den, Ecevit'e, Yılmaz'dan, Çiller'e, Erbakan'dan, Gül'e, Erdoğan'a kadar.

Meksika'dan, Somali'ye, Finlandiya'dan, Nijer'e kadar bir çok yerde...

En çok da Erdoğan'ı izlemişimdir...

Baştan şunu vurgulamalıyım ki...

Bu siyasetçilerin.

Her birinin.

Ve her siyasi dönemin...

Gezilere gazetecileri dahil etme konusunda.

Farklı yöntemlerine şahit oldum.

Hem gazetecilik etiği açısından.

Hem de siyasetçilerin gazetecilerle ilişkileri açısından...

Dolayısıyla.

Ortada belli bir yöntem olmasa da.

Oluşturulmuş teamüller var...

Mesela Erdoğan'ın bir teamülü var...

O teamülde de.

Medya kuruluşları elini taşın altına sokuyor.

Yeterli ya da yetersiz olduğunu savunabilirsiniz.

Olabilir...

Bunun ayrıntılarını anlatacağım...

Ama en kötü yöntemin.

Gazetecilerin bütün masraflarının kamu tarafından üstlenilmesi olduğunu söyleyebilirim...

Örneklerle başlayayım anlatmaya...

1995 yılında Başbakan Mesut Yılmaz'la gittiğimiz Bakü'de...

Bütün masrafları devlet karşılamıştı mesela.

Ya da.

Biz gazeteciler olarak bir şey harcamamıştık.

Harcama ya devlet tarafından.

Ya geziye katılan işadamlarınca.

Ya da bir üst işadamı kuruluşunca üstlenmiş olabilirdi...

Aynı yıl Bosna Hersek gezisinde de benzer şey olmuştu sanırım.

Devam edelim...

1998 yılında Demirel ile Alma Ata'ya gitmiş, yol üzerinde Bakü'ye de uğramıştık.

Heyet üyesiydik aynı zamanda...

Hafızam beni yanıltmıyorsa.

O geziye de kurumlarımız para ödememişti...

İşin içerisinde otel, yol, yemek hepsi vardı...

Ankara isimli çok lüks bir otelde kalınmıştı...

Yıllar geçti siyaset değişti...

2001 krizi sonrası koalisyon hükümeti devrildi...

2002 seçimleri Türkiye için kırılma noktasıydı malum...

Siyasi yasaklı olan Tayyip Erdoğan...

Yasağının kalkmasına kısa süre kala.

Avrupa turuna çıkmıştı...

2003 yılının başında.

Henüz başbakan olmamış Erdoğan'ın bir gezisine ben de davet edilmiştim...

Ne enteresan bir tesadüftür ki...

Rotamız Roma'ydı...

İmamoğlu'nun geçen haftaki destinasyonu yani...

Erdoğan'ın Roma ziyareti için bir charter uçağı tutulmuştu.

Ve o gezi için bir paket program ücreti ödenmişti...

Yani kurumlarımız ödemişti.

Sadece orada tüm heyetin davetli olduğu bir yemek vardı...

Berlisconi'nin davetiydi sanırım.

Orada ücret ödenmemişti doğal olarak...

Bize ikram edilmişti o yemek...

Aradan zaman geçmiş...

Erdoğan Başbakan olunca.

Bu defa Strazburg'a.

Yine aynı yöntemle gitmiştik...

Hatta otel organizasyonu da yapılmadığı için.

O gün için kötü bir otel bulabilmiş.

İyi bir ücret ödememize rağmen, sabahı zor etmiştik...

Seçe seçe gidiyorum....

2005 yılında.

Tsunami felaketi sonrası.

Başbakan Erdoğan, işadamları ve gazetecilerle...

Güneydoğu Asya'ya...

Tayland, Endonezya, Malezya, Maldivler ve Sri Lanka gezisine çıkmıştı...

Yanılmıyorsam.

Başbakanlık tarafından organizasyon yapılmış...

Geziye katılacak gazeteciler ve işadamları için...

Kişi başı Amerikan doları üzerinden bir ücret belirlenmiş... 

Bu para da, geziye muhabir gönderecek medya kuruluşlarından  talep edilmişti...

Yine yanılmıyorsam.

Gezi organizasyonunu yapan medya kurumları.

Ya TOBB'un ya da dış ticaretle ilgili bir kamu kurumunun hesabına.

Bu paraları yatırmışlardı.

Benim ve kameramanım adına önemli bir ücretin yatırıldığını biliyorum...

Miktarı yazmayacağım...

Bu genelde böyle devam etti...

Muhabirliğim döneminde.

Başbakanken Erdoğan'ı yurt dışında onlarca kez izledim.

Benim tercih ettiğim yöntem...

Bir gün önce tarifeli uçakla gidip bir gün sonra tarifeli uçakla dönmek.

İşimiz bitince biraz kendimize zaman ayırmak...

Daha özgür hissetmekti...

Zaten oldum olası.

Siyasilerin uçağına binmek çok rahat bir şey değildir...

Biz muhabir ve kameramanlar olarak.

O dış gezileri kendimiz organize edip giderken...

Başbakan Erdoğan'ın uçağına tabi ki köşe yazarları ve medya yöneticileri de alınıyordu...

Ama biliyordum ki.

Uçaktaki gazetecilerden yol masrafı istenmese de.

Kaldıkları yer ve yiyip içtiklerini gazeteciler kendileri ödüyordu...

Çünkü biz muhabirken.

O uçaktaki medya yöneticileriyle şehri gezerken yollarımız bazen kesişir.

Aynı yerde yemek yediğimiz ve hesaplarımızı ödediğimiz.

Kurumlarımıza ibraz etmek için fatura aldığımız olurdu...

Muhalefet ve muhalif medya.

O günlerde de.

Erdoğan'ın gezilerindeki.

Uçak kompozisyonunu.

Davet edilen gazetecilerin kimliklerini.

Ve iktidara yakınlıklarını eleştirirdi...

Devam edelim...

Arada bazı önemli geziler için.

Büyük uçak tutulur.

Üç yüz civarında kişiyle.

Gazeteciler ve işadamlarıyla bu gezilere gidilir.

Yine gitmeyi kabul eden kurumlar.

Muhabir ve kameramanları için de.

Ayrı ayrı olarak.

Başbakanlığın bize işaret ettiği kamu kurumunun ya da özerk kamu kurumunun hesabına.

O para yatırılırdı...

Daha doğrusu bizim adımıza kurumumuz yatırıyordu...

2008 yılında Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken Kazakistan'a davet edilmiştim.

Cumhurbaşkanı'nın uçağına binmek için bir para talep edilmiş miydi?

İnanın aklımda kalmamış...

Ama Erdoğan'ın Başbakanlık yaptığı süreçte...

Medya kurumları tarafından.

Para veriliyordu uçaklara ve geziye...

Örnek vermek gerekirse...

2012 yılında Çin seyahatimiz böyle olmuştu.

2013 yılında Gabon, Nijer, Senegal'i kapsayan Afrika gezimiz.

Yine aynı yıl Orta Avrupa gezimiz de.

Çekya, Polonya ve Slovakya gezileri.

Hep aynı yöntemle olmuştu...

Zaman zaman medya kurumunda yöneticilerin.

Ve parayla ilgili kişilerin.

Bu gezilerin kendileri için "pahalıya" patladığı yönünde yakınmalarına şahidim.

Bazıları da...

Bürokratların masraflarının, işadamları ve medyaya yıkıldığı yönünde.

Tam olarak doğru olup olmadığını bilmediğim.

Bir iddiada bulunurlardı...

2013 sonrası.

Medya yöneticiliği dönemim başladı.

Erdoğan'la da başka siyasetçilerle de bu gezilere katıldım.

Öncelikle.

Cumhurbaşkanı ile geçen yıl.

Bakü, Lefkoşa ve Berlin gezilerine gittim.

Cumhurbaşkanlığı uçağı olduğu için.

Medya kurumlarından yol parası istenmiyor...

Ancak diğer bütün masraflar.

Gazetecilere ait...

Yani kurumlarına... 

Otel de buna dahil.

Ki genelde iyi oteller.

Orada yediğiniz içtiğiniz de.

Genelde o tarz önemli gezilerde...

Gazetecilerin asıl odaklandığı.

Dönüş yolunda.

Cumhurbaşkanı ile.

Uçağın toplantı odasında.

Yapılan soru-cevaplı sohbet...

Zaten haber de oradan çıkıyor...

Yine de bazı gezilerde...

Uçaktaki medya temsilcileri.

Erdoğan'ın programına da dahil edilebiliyorlar...

Mesela biz Berlin'e gittiğimizde.

Erdoğan ve Sholz'un o gergin basın toplantısını takip etmiştik.

Alman Başbakanlığında...

Sanırım kafalarda Erdoğan ve cumhurbaşkanlığının yöntemi konusunda bir resim oluştu...

Şimdi...

Gelelim taze tartışmaya...

İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu'nun Roma gezisi de çok konuşuluyor...

Erdoğan ne yapıyordu?

İmamoğlu ne yapıyor diye tartışılıyor...

Tartışmanın kendisi doğru...

Ama bu yöntemle yapılırsa..

Çok yanlış bir tartışma...

Ve yanlış bir kıyaslama...

Birincisi...

Biri cumhurbaşkanı diğeri belediye başkanı...

Dünyanın her yerinde, cumhurbaşkanları, başbakanlar farklı statüde gezi organize ederler...

Belediye başkanlarının böyle toplu gezilerine.

Bizim ülkemiz dışında şahit olmadım...

Ya da bilmiyorum.

Duymadım...

Diğer yanlışlıksa...

Erdoğan'ın gezilerinde.

Gazetecilerin yol dışındaki bütün masraflarını üstlenmek zorunda olmaları...

Ancak İmamoğlu'nun Roma gezisinde böyle olmamış...

Paket program olmuş ama o da bedava olmuş...

Yanlış olan da bu...

Hatta...

Bir gazeteci...

Kendi durumlarının böyle bir gezinin maliyetini karşılamaya yetmeyeceğini söylemiş.

Doğru da söylemiş olabilir.

O zaman.

Gitmeyeceksin ya da götürmeyecekler...

Çünkü bu başka bir tartışmaya yol açar.

Üçüncüsü ise...

İmamoğlu neden böyle şaşalı gözükecek bir gezi yaptı.

Bilemem tabi.

Niyet de okumayayım.

Tasarruf genelgesinin hemen ardından bunu yapması.

Erdoğan'la kendini benzer konumlarda kodlaması...

Ya da...

CHP içerisindeki olası cumhurbaşkanı adaylığı yarışında bir hamle mi?

Dediğim gibi...

Bilemem.

Ama mesleğimle ilgili kısmını yazayım.

Bence.

Kim olursa olsun.

Böyle bir gezi organize ediyor.

Ve gazetecileri davet ediyorsa...

İki yöntemden birini kullanmalı...

Bütün masrafları hesaplayıp katılanların sayısına bölüp.

Bu parayı onlardan talep etmeli.

Ya da gerçekten sadece organizasyon yapıp.

Katılan gazetecileri bütçeleriyle baş başa bırakmalı.

Her kurum bütçesine göre.

Otel vs seçmeli...

Yoksa bu iş.

Onun gazetecisi bunun gazetecisi olarak gidecek.

Bu tartışma da hiç bitmeyecek! 

20 Mayıs 2024 Pazartesi

İRAN İÇ POLİTİĞİNİ ANLAMAK…


Reisi'nin ölümünün ardından.

İran politikasını ve yaşananları çok yakından bilen...

Bazı kaynaklarımla konuştum...

Helikopter kazasının gerçekte suikast olup olmadığını anlamak zor ama...

İnanın İran politikasının komplike yapısını anlamak.

En az bunu çözmek kadar zor...

Ama sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim...

İran'ın yeni bir cumhurbaşkanı tarafından yönetilmesi.

Temel politikaları değiştirmeyecek...

Çünkü bütün ipler.

Yine dini lider Hamaney'de olacak...

Şimdi biraz İran iç politik dengelerine bakalım...

Başlıyoruz...


GEÇİCİ CUMHURBAŞKANI VE DIŞİŞLERİ BAKANI

İran'ın yeni Cumhurbaşkanını seçmesi için 50 günlük süreç var...

Muhbir geçici cumhurbaşkanı olacak...

Cumhurbaşkanı yardımcısıydı zaten.

Dışişleri bakanı ise...

Nükleer Başmüzakereci Bagheri olacak...

Her ikisi de...

Hamaney'e yakın.

Sert çizgileriyle biliniyor.

Yani Ruhani'nin cumhurbaşkanı iken imzaladığı.

Nükleer anlaşmaya karşılar...

Zaten Bagheri'nin başmüzakereci olarak sert tutum takınmasının.

Müzakereleri sekteye uğrattığı da biliniyordu...


İRAN'DA SEÇİM KAMUOYUNUN EĞİLİMİNİ YANSITIR MI?

Net ifade ile...

Hayır yansıtmaz.

Çünkü bu ülkede seçimlere...

Sadece izin verilenler katılıyor.

Bizde darbe sonrası yapılan 1983 seçimleri gibi...

İzin verilenler deyince...

Bir de izin veren olması gerekir değil mi?

İşte o kişi Dini lider Hamaney....

Biraz daha ayrıntılandıralım...

İran'da Cumhurbaşkanı ya da meclis başkanlığına aday olunacaksa...

Kimin aday olacağına Muhafızlar Konseyi karar veriyor...

Bu konsey.

Altı din adamı ve altı hukukçudan oluşuyor.

Din adamlarını Hamaney belirliyor.

Hukukçuları ise yargı erki başkanı...

Peki yargı erki başkanını kim belirliyor?

Tabi ki Hamaney...

Son tahlilde.

Yani Hamaney'in istemediği biri cumhurbaşkanı olamıyor...

Buna rağmen Hamaney'in geçmişe dönük pişmanlıkları var mı?

Olmaz mı?

Olmasaydı, 2021 seçimlerinde Ruhani'yi engeller miydi?

Biliyorsunuz...

Onu aday yaptırmadı...

Sadece Ruhani mi?

Tabi ki hayır...

Cumhurbaşkanı danışmanı ve meclis başkanının adaylığına bile izin vermedi!

Peki bunu yaparken kriteri neydi...

Yeterince muhafazakar davranmadıklarını düşünüyordu...

"Pragmatik, başına buyruk ya da Reformist" olmak...

Bazen "ılımlı" olarak tanımlanmak...

Hamaney için iyi bir şey değil...

Doğrudan baltayı indiriyor.

İşi bitiriyor...

Zaten şu an İran'da konuşulan.

Politika sahnesinde herkesin "sert muhafazakar" olduğu...

Ilımlı muhafazakarların bile veto edileceği...


BUNA RAĞMEN ILIMLI BİR ADAY GELEBİLİR Mİ?

Bütün bu senaryolara rağmen...

Geçmişte de gördüğümüz.

Hatemi gibi...

Ilımlı ve reformist bir aday gelebilir mi?

Çok tahmin edilmemekle birlikte...

İran'ın son dönemde baskı altında olması...

İçerde toplumsal bir ikilik yaşaması...

Kendilerine yine yakın.

Ama görünüşte biraz ılımlı birini.

Cumhurbaşkanı adayı olarak belirleme durumunu getirebilir.

Ama yine de.

Kontrol edilebilecek birisi olmalı bu kişi...

Tekrarlamak gerekirse...

İran'ın zaten tüm siyaseti.

Dış politikası.

Hamaney tarafından tespit ediliyor...

Cumhurbaşkanının kimliği.

Sembolik olmanın ötesine çok geçemiyor...


PEKİ YA REİSİ...

Ölen Cumhurbaşkanının arkasından konuşmak hoş olmasa da...

Reisi'nin de Ruhani'nin de...

En azından başlangıç aşamasında.

Tamamen Hamaney'in güdümünde olduğunu bilmek gerekiyor...

Ruhani'nin suçu...

Biraz iç kamuoyuna sevimli gelmeye çalışmak.

Ve nükleer müzakerelerde olumlu rol oynamaya girişmekti...

Hatemi de böyleydi...

O yüzden istenmedi....

Pragmatist ve ılımlı olunmayacak yani.

Nokta...

Reisi biraz düşük profilli olarak görülüyordu...

Ama Hamaney'e çok bağlıydı...


PEKİ YA SUİKAST İHTİMALİ...

Başta yazmadım.

Zaten herkes konuşuyor yazıyor çiziyor...

Reisi suikaste mi uğradı diye...

Bu konuda farklı görüşler var İran'da...

Bir kısmı şöyle düşünüyor...

"Neden öldürsünler ki, zaten düşük profilli bir adamdı"

Ama bu görüş her kesimce benimsenmiyor...

Birincisi...

Hamaney'in ilk açıklaması enteresandı...

Yani kaza ihtimalini satın alıp.

Terör ihtimalini elimine eder gibi...

"Devlet işleri aksamayacak" dedi...

Niye dedi bilinmez...

İsrail ve ABD şüpheli mi?

Elbette...

Olağan şüpheliler...

Ama kolay ihtimalden değil...

Diğerlerinden de gitmeli...

İçerden kaynaklı bir suikast olabilir mi?

Olabilirmiş...

Çünkü Reisi'nin...

Hamaney'in yerine ilerde dini lider olması konuşuluyormuş...

Yaşı da gençti zira...

62 yaşındaki Reisi, 85 yaşındaki Hamaney'in halefi olabilirdi...

Çünkü...

Tabir onların.

Uslu bir lidermiş Reisi.

Söz dinliyormuş...

Düşük profilli olsa da...

İpleri böyle elinde tutması uygun görülmüş olabilir...

Dolayısıyla.

Onu içerden bir suikastle ortadan kaldırmış olabiller mi?

Yabana atılmamalı....


HAMANEY'İN KIRMIZI ÇİZGİSİ İSLAM CUMHURİYETİ...

Dini lider Hamaney 1989'dan bu yana...

35 yıldır iş başında...

Humeyni ve Hamaney dışında da.

Başka dini lider olmadı zaten...

Doğal olarak da.

İslam Cumhuriyetine belki de en bağlı isim...

Dünyada hiç bir kral ya da cumhurbaşkanında olmayan yetkilere sahip birisi Hamaney...

Hamaney için...

İslam cumhuriyetinin devamı...

Ve devrim muhafızlarının güçlü olması.

İki kırmızı çizgi... 

Reisi öldüğüne göre...

Hamaney'in kafasında.

Kendisinden sonraki dini liderin ismi vardır diye düşünülüyor...

Kimseyle paylaşılmamış...

Ama olduğuna eminler...

Bu arada merak edilen bir konu.

Bu kadar güçlü bir lider olan Hamaney'in sağlık durumu...

Yaşı 85...

Yıllar önce prostat ameliyatı olmuş...

Kanser olduğu da söylenmişti ama görünür durumu çok iyi...

Kırk beş dakika hızlı hızlı yürüyerek, konuşarak, nutuk atıyor miting yapıyor..


HAMANEY ÇOK ZEKİ BİR SİYASETÇİ

Hamaney için rakipleri de taraftarları da şu konuda birleşiyorlar...

"İnanılmaz zeki bir siyasetçi"

Onun için en çok dile getirilen şey...

İnsanlara güç vermesi...

Yetki vermesi...

Cumhurbaşkanı olarak önünü açtıklarına bakın...

Hatemi, Ahmedinecad, Ruhani, Reisi...

Deniyor ki...

"Hamaney birine güç verir ama onu sınırlı verir"

Yani...

O güç belli bir yere kadar iş görür....

Onun verdiği güç ile ona karşı direnemezsin...

Bir de şöyle bir tarzı var...

Devrim muhafızlarına da...

Cumhurbaşkanına da...

Ayrı ayrı güç verip.

Bölüyor.

Karşı karşıya getiriyor...

Dolayısıyla.

Bölüyor ve yönetiyor...


DİNİ LİDERLİKTEN VAZGEÇİLİR Mİ?

Peşinen söyleyeyim...

Böyle bir şey mümkün görünmüyor...

Peki bu söylenti nereden çıktı.

Aslında söylenti değil de...

Şu anda hayatta olmayan.

Bir zamanların kudretli Cumhurbaşkanı Rafsancani söylemişti..

İran'da bir süre sonra dini liderliğin iptal edilmesini.

Bir konsey kurulmasını istemişti Rafsancani...

Bu sözlerinin onun başına iş açıp açmadığı bilinmez tabi de...

Bu açıklaması sonrası dışlandığı kesin...

Hamaney ve devrim muhafızları için istenmeyen kişi olmuştu Rafsancani...

Sonra reformistlere yaklaştı...

Ahmedinecad dönemi sokak protestocularını destekledi...

Sabıkası kabardı...

Dolayısıyla...

İnanılan şu...

Kim elindeki gücü bırakıp bir konseye devreder.

İran gibi bir ülkede üstelik...

Yani...

Hamaney yaşadıkça....

Gücü sonuna kadar elinde tutacağı düşünülüyor...