Her bir karesine özenilmiş.
İlmek ilmek işlenmiş filmlere bayılırım.
Vizontele gibi.
Bininci kez izlesem.
İlk günkü keyfi alırım…
Detayları muhteşemdir.
1970’lerde…
Uzak bir doğu kasabasında…
Hafıza derinliklerimizden anılar…
Ahşap gövdeli televizyon.
Çatal antenler.
Kolormatik gözlükler.
Mahallenin her şeyi bilen…
Atmasyoncu abileri.
Şişede yedigün.
Açık hava sineması.
Gazete üzerine doğranmış peynir…
Yanına karpuz.
Kırmızı Desoto kamyonet.
Uzağımızda ama.
Nasıl da bizden…
50’li yaşlara ulaşıp da.
Bu ülkenin neresinde yaşarsa yaşasın.
Herkesin ortak anıları.
Çünkü.
Aslında iç içeyiz.
Hafızalarımız bir…
***
Benim çocukluğum da.
Sizinkinden farksız.
1970’ler…
Samanpazarı.
Akrabalar...
Ankara Kalesi.
Bakırcılar çarşısı.
Hamallar.
Esansçılar.
Tulum’dan çıkarılan peynir…
Açıkta satılan ve asla bozulmayan sucuk…
Dumanı tüten gobit.
Sıcacık yaz helvası…
Pirinç tezgahlı seyyar limonatacılar…
Safran Han’ın tarihi sığınakları…
Yavaş yaşayan.
Acelesiz insanları…
Bir çayın bile keyfini zayi etmeyen.
Yetişecek yeri olmayan.
Esnafı…
Anlatmaya sayfalar yetmez.
***
Korona günleri çok şey öğretti.
Arkadaşlarımızdan uzaklaşıp.
Pencereden ufka bakınca.
Geçmişimizi de hatırladık.
Ortak zevklerimizi, tatlarımızı…
Artık tarih olan.
Nispetsiz gösterişsiz insanlarımızı…
Çocukluğumuzu…
Düşünsenize…
Yaşadıkça…
Geçmişimiz peşimizde…
Bugün kafamızı kurcalayanlar
Yıllar sonra gülümsetecek belki...
O halde…
Hayat bu kadar kısa.
Ve asla ciddi değilken.
Neden bu telaş...
Bu endişe niye?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder